2011/12/17

Koulrofobi sahibi bünyenin haykırışı ! ! !

"Bugün arabada altıma etmemişsem sanırım bir daha öyle bir sorun ortaya çıkmaz..."

Bilenler bilir , ben de dillere destan bir koulrofobi mevcut.

Nedir koulrofobi ? Palyaçolardan korkmak. Bir mağaza açılışında ya da bir sirkte gördüğünüz ve güldüğünüz o kişiler benim gibi koulrofobi sahipleri için asla tebessüm kaynağı değiller.

Gelelim bu akşam yaşadıklarıma. Annemle birlikte bir AVM'ye gittik. Bakkaldan bozma yerlere AVM tabelası asıyorlar günümüzde. Bu öyle değil , yaşadığım şehirdeki en büyük 3 AVM'den biri. (Meraklısına not : AVM tabirini "Alışveriş Merkezi"nin kısaltması olarak kullanıyoruz)

AVM'den içeri yeni girmiştik ki uzaktan gördüm ben kırmızı kıyafetli ve kırmızı saçlı , lacivert ve yeşil ağırlıkta makyajı olan palyaçoyu. Onun bulunduğu tarafa gitmemek için çaba sarf ettim. Bir an geldi yanından geçmemiz gerekti. Etrafı kalabalık olduğundan ne mutlu ki birbirimizi görmemiştik.

Döndük , dolaştık . İşimizi bitirdik. Otoparka inmek için bindiğimiz yürüyen bantta arkamıza geldi. Yürüdü , yürüdü . Tam arkamızdaydı. Özür dileyerek yol istedi (mesai sesi ile. Yani palyaço olarak takındığı sesi devam ettirdi ve ter basmaya başladı beni) Yol verdim , bakmamak için büyük bir çaba sarf ettim. Uzaklaştı otoparkın içinde. Muhtemelen bir arabaya atladı ve gitti.

Vücudumun düzeni yavaş yavaş kendine gelirken arabaya bindik ve eve doğru yol almaya başladık. Tahminim AVM'den sonraki 5. trafik ışığında beklerken yan taraftan cama tıklanma sesi geldi. Haliyle insan o sese dönüp bakıyor...

Bakmaz olaydım ! Yukarıda bahsi geçen palyaço arkadaş bizi tanımış ve selam vermişti. Sanıyorum ki an itibari ile arabada sidik ya da kusmuk kokusu yoksa bunun tek sebebi adamın taktığı gözlük. Allahtan ki palyaço arkadaşın gözleri bozukmuş ve mesai saatleri dışında (mesai kıyafeti olsa bile) gözlük takıyormuş.

Şimdi ben arabanın makul kokusuna mı sevineyim yoksa kışın ortasında deliler gibi terlediğime mi üzüleyim...

Bilemedim.

Buradan bütün palyaço arkadaşlara sesleniyorum . (Evet , hepsiyle tek tek arkadaşlık yapabilirim , muhabbetin kralını çevirebiliriz. Yeter ki mesai kıyafetleri ile oturmasınlar yanımda)

Değerli palyaço arkadaşlar. Sizden feci halde tırsıyorum , beni kilitliyorsunuz , terliyorum ! ! ! Bu durumumdan haberdarsınız da bilerek mi yapıyorsunuz ulan (O kadar arkadaş dedim bir ulan lafına da bozulmayın artık) ! ! !

2011/12/12

Chuck ! ! !

Günün anlam ve önemi...
13 Aralık 2001'de hayat dediğimiz şeye gözlerini kapattı , bizi karanlık bir odada sivilceli halimizle bırakıp gitti... Büyümemize izin vermeden...
O , bir müzik akımının temelini oluşturmuştu. Death ! ! !
Belki de Control Denied ile müziği bambaşka yerlere taşıyacaktı...
Bunları göremedik.
Charles Michael Schuldiner ya da bilindik adıyla Chuck Schuldiner...
Toprağın da ışığın da bol olsun , huzur içinde uyu.

2011/12/08

8 Aralık

Dünyanın en önemli liman şehirlerinden biri olan Liverpool'da doğmuştu biri.
Diğeri ise Dallas isimli dizi ile akıllara kazınmış Teksas Eyaletine bağlı olan Arlington'da dünyaya gelmişti.

İkisi de müzik yaparak hayatlarına anlam katmak hevesindeydiler. Bu şekilde birçok kişinin hayatına anlam kattıkları su götürmez bir gerçek.

Biri doğduğunda diğeri 26 yaşındaydı.
Büyük olan dinleyebilseydi muhtemelen küçük olanın yaptığı müziği beğenmeyecekti.
Küçük olan ise yaptığı müziğin bayraktarlığını üstlenmişti.

Biri muhtemelen "o gün"e kadar hiç Mark David Chapman'ı hayatında hiç görmemişti.
Diğeri ise Nathan Gale'i ...

Hayatlarında görmemişlerdi ama ...
Hayatlarının sonunda gördüler .

Mark David Chapman , 8 Aralık 1980'de John Winston Lennon'ı New York'ta ; Nathan Gale ise 8 Aralık 2004'te Darrell Lance Abbott'u Ohio'da öldürdü.

İkisi de büyüktü. İkisinin de doğruları yanlışları vardı. İkisi de kendi grubunu bırakmıştı.
İkisi de 8 Aralıkta adi katiller tarafından öldürüldü.




"Dimebag" Darrell
John Lennon

























2011/12/05

Çığlık

Uzun uzun yazılabilir aslında...
Sivas'ta 1993 senesinde yaşananlar , ölenler , ölümden dönenler. Yakalananlar , yakalanamayanlar.
Zaman aşımı uygulanacak belki de...

Peki ya daha ergenlik sivilceleri suratını doldurmamış bir çocuğun yaşadıkları , hissettikleri .
Onun hüznü zaman aşımına uğrayacak mı?
O çocuk insanların yanarak - boğularak veya bir başka ifade ile linç edilerek ölmelerine üzülmüştü.
İnsanların ölmelerine üzülmüştü.

Şarkıda da denildiği gibi.
"Kardeş eli uzatana kan verene bakacak yüzümüz yok artık."

2011/12/03

Eflatun Çizgili Turuncu Kazak

Haydi bugün bir oyun oynayalım...

Gözünüzü kapatın. Ama sımsıkı kapatacaksınız , kaçamak bakışlar da yok.
Devamında evinizin içinde yürümeye çalışın . Oturduğunuz yerden kalkıp , mutfağa gidin . Önce bir adet limon çıkartın buzdolabından , ufak bir dilim kesin , bir bardak çay doldurun ve söz konusu ufak limon dilimini çayınızın içine atın. Sonra çayı dökmeden oturduğunuz yere kadar götürün.

Ya da başka bir oyun oynayalım.

Kulaklarınıza tıkaç takıp , ağzınızı açmadan bir AVM'ye gidin ve eflatun çizgili turuncu renkteki bir kazak almaya çalışın.Kazak bedeni M olacak. Eflatun çizgilerin kalınlığı 1 cm olacak , 30 derecelik açıyla kazağı soldan kesecek 4 adet eflatun çizgi.
Bu kazak tarifini duymadan ve üstelik konuşmadan yapacaksınız.

Tamam ... Onu da geçtim.
Mont bulun bir adet. Acil.
Kış mevsimi içinde olduğumuzdan (Güney Yarım Küre'ye selam olsun) montu kolaylıkla bulacağınızı düşünüyorum.
Giyin şimdi montu.
Tek elinizle fermuarı kapatın.

Ya da en iyisi bugünden başlayarak engellilere acıyarak bakmayın. Gidin muhabbet edin onlarla. Onların korkulacak bir yanı yok.
Bugünden başlayarak engelliler için ayırılmış park yerlerine park etmeyin , edenleri uyarın ve hatta şikayet edin. Sizin 5 dakikanız başkaları için 25 dakika anlamına gelebilir.
Bugünden itibaren engellerin toplu ulaşım araçlarına "binmemesi" gerektiğini savunan Yerel Yönetimlere baskı uygulayın.
Çok fazla "forward" e-posta tadı barındı bu yazıda... Ondan dolayı hemen noktayı koyuyorum .

Bugün Uluslararası Engelliler Günü ...
Farkında olun , fark yaratın ! ! !

2011/11/22

BED

sezyum'dan (ç)alıntıdır.


Ağalar , beyler ...

Bedelli üstünden çok muhabbet dönüyor ama bir şeyi unuttuğumuzu sanıyorum .

Çok yakın zamanda Muhalefet Partisi ;  Bedelli Askerliği dile getirdiğinde "senin ağzına biber sürerim , askerlik yan gelip yatma yeri mi haa bıyığını yolduğum" tavrındaki İktidar Partisinin lideri bugün Bedelli Askerliği kendi ağzıyla uzun uzun açıklıyor.

Bunu unutmayın !

Bu riyakarlık mıdır ?

Gündem değiştirme çabası mıdır ?

Seçim yatırımı mıdır ?

Yoksa ! ! !

Ekonomi dibe vurduğundan dolayı son bir çırpınış mıdır ?

Benim takıldığım nokta emin olun yukarıdaki. Yoksa "bedelli"ye karşı değilim. Karşı olmamakla birlikte "bedelli"yi (askerliğimi yapmamış olsam) tercih de edemem. Bu işin önemsiz yanı...

Önemli yanını tekrarlayayım.

Dün kara dediğini bugün nasıl ak yapmışsan.
Gün gelecek kapkara olduğu ortaya çıkacak bugün "ak" olanların !

2011/11/21

Özgürlük

Bir pazartesi sabahı işyerinde "sendrom sendrom" yüz buruşturmalarıyla haftalık planımı yapıyordum.

Bir arkadaşımdan mesaj geldi. "Oda TV'den bir yazar benim komşum , evde arama yaparlarken beni de tanık olarak çağırdılar"
Şok geçirmiştim adeta. Ne yazacağımı , ne düşüneceğimi bilemez haldeydim.

Bir pazartesi akşamı aşağıdaki yazıyı okuduğumda tekrar şoklardan şok beğendim ! ! !

http://www.odatv.com/n.php?n=basin-ozgurlugu-icin-oradayiz-2111111200

Tamı tamına 283 gün geçmiş ! ! !
Boşverdim...
Gerçekten boşverdim Basın Özgürlüğü'nü ...
Mesele artık sadece ÖZGÜRLÜK  ! ! !

Özgürlük sadece şarkılarda kalmasın ! ! !



2011/11/20

20.11.2003


O dönem Discovery Channel'da belgesellerin çoğunu Kerem Yılmazer seslendiriyordu.
Kaldı ki o dönem D.C. gerçekten de güzel bir kanaldı. Şimdiki gibi "tuttu abi , benzerini dayayalım" zihniyetinde değildi D.C.

Dövmeci dükkanı şovları , arabayı yenileyelim de kerizler sevinsin şovları , lan oğlum başlatma babana modundaki motor yapalım şovları yoktu eskiden. Belgesel kanalı gibi kanaldı...

Neyse işte konuyu saptırmayayım.

2003 yılının 20 Kasım günü Dünyanın Yerel Bankasının önünden geçerken belki de son bir ses geldi kulaklarına deneyimli seslendirme sanatçısının.

Boooom

Arabasının içinde hayata gözlerini yumdu.

O gün 30 kişi öldü onunla birlikte.

El Kaide o kasım 67 kişinin hayatına son verdi.

Belki El Kaide patlatmıştı bombaları , belki de düşüncelerimizi değiştirmemizi düşünüyordu büyük düşünüp büyük oynayanlar. Aynı yılın ilkbaharının ilk gününde 533 oyun 250 tanesinde vicdan vardı.

O yıl Irak'a girenler kim bilir yarın nereye girecekler. Suriye , İranya da belki Türkiye ...

Keşke Discovery değişmeseydi ve keşke Kerem Yılmazer'in seslendirdiği Başarılamayan Yeni Dünya Düzeni isimli belgeseli an itibari ile seyredebiliyor olsak.

2011/11/12

Kim gelsin ?

Türkiye A Milli Futbol Takımını 2014'te Brezilya'da düzenlecek Dünya Kupasına bizi götürmesini istediğimiz teknik direktör kim olacak ?

Eurosport'un internet sitesindeki habere göre adaylar şunlar :

1- Tolunay Kafkas (Henüz istifa etti)
2- Yılmaz Vural (Yeşil ışık yakmıştı)
3- Mustafa Denizli (Tecrübesiyle öne çıkıyor)
4- Ertuğrul Sağlam (Anadolu'dan şampiyon çıkarttı)
5- Abdullah Avcı (İşte en kuvvetli aday)

İsimlerinin anında parantez içinde Eurosport'un tanımlamaları eklenmiştir.

Peki ya kim gelsin ?!?

Mustafa Denizli'nin çok formsuz olduğunu düşünüyorum . Yılda 6-7 maç yapacak bir takımın başına yıllardır toplamda 6-7 maç yapmamış bir teknik direktörü tercih etmek pek de makul olmaz.

Tolunay Kafkas ise bence tecrübesiz. (TFF Başkanı olsam "Gel yardımcı ol 5 sene sonra sensin Teknik Direktör" teklifini sunabilirim.)

TFF Başkanı olsam Tolunay Kafkas'a sunacağım teklifin aynısını sunabilirim.

Abdullah Avcı ...
Gönlümden geçen hoca.
Ama asla milli takımın başına geçmesini istemiyorum. Milli takımı geçtim "medyası-taraftarı" olan bir takımın başına geçmesini istemiyorum. Varsın güzel futbol oynatsın ama "başarılı" olamasın... Benim gözlerim futbolda Hatice'yi arıyor.
Gelmesin Avcı Milli Takımın başına... Orada neticeciler var. Avcı'yı avlarlar.
Tabelaysa tabela ...
Benim üzüldüğüm 0-3 değil... Aslında 0-3 ama o aklınıza gelen ilk 0-3 değil...
Kaleyi tutan / Toplam Şut oranı...
Ben işte buna üzülüyorum....

Peki ya kim gelsin...
Yılmaz Vural gelsin. Evet cidden gelsin. Bu güldüğümüz adama asla cevheri bol bir takım yönetme şansı vermedik.
Evet gelsin... Güldüğümüz o adam , bu gülünç durumdan daha kötü hale getirmez üstelik...

Ya da kimse gelmesin... Düşündüm de hepsini seviyorum ben bu hocaların...
Ben futbolu seviyorum ...
İsyanım futbolu bol bol sevenlere .

2011/10/21

Kaktüslü çölde halay , hayaldir çiçek bahçesi

Ateşi benim evime düşmese de her zaman üzüldüğüm iki olay vardır. Biri doğal afetlerdir. Hatırlar mısınız bilmem ama bu topraklarda 17 Ağustos 1999'da dev bir deprem olmuştu. Doğal afetlerin tepe noktasıdır ve umarım ki öyle de kalır.
Dalga dalga yayılmıştı o keskin koku bütün ülkeye. Benim bir tane bile akrabam , arkadaşım ölmemişti o depremde. Üstelik yaşadığım şehirde söz konusu deprem hissedilmemişti bile ! Lakin milli vicdanım , almış olduğum aile terbiyesi ya da (ki muhtemelen en doğrusu budur ki) insan olmamdam ötürü o geceyi asla unutamam.
NTV muhabirinin feryadı halen gözümün önündedir. Canlı yayında kendi ailesinin evinin yıkılmış olduğunu görür.
17 Ağustos beynimde doğal afet simgesi olarak mıhlanmıştır.
5 yılda bir yaz mevsiminin sonuna doğru Karadeniz Bölgesindeki toprak kaymalarının , çığların , sellerin ortak simgesidir 17 Ağustos ...

Doğal afetlerin haricinde düzenli olarak beni üzen diğer konu ise terör ! ! !
Terörün her türlüsü üzse de en çok hüzne boğan PKK Terörüdür.

Anadolu'dan Görünüm

Ben siyah önlüklü bir ilkokul öğrencisi iken her pazartesi günü okuldan çıktığımda Güntaç Aktan'ın sunduğu Anadoludan Görünüm izlemek durumunda kalmış olan bir neslin üyesiyim. İzlemek durumunda kalmak tabirini kullandım bunun sebebi o dönemlerde özel kanalların olmaması , TRT 3-4-5-6'nın olmamasıydı.

TRT 6 ! ! !

Biz Anadoludan Görünüm'den TRT 6'ya nasıl geldik ? Cevap : Hiçbir şey yapmayarak ! ! !
Yıllarda Anadolu'dan Görünüm kafasında geçtik , bir anda TRT 6 kafasına geçtik. Alamancı gibiyiz şu an. Ne Anadolu'dan Görünüm'deyiz ne de TRT 6'dayız. Futbol tabiri ile "kontrpiye'de kalan kaleci" gibi kalakaldık. Kalemizde golü gördük , sonrasında da moral bozukluğundan gol üstüne gol yedik.


Peki ya sıkıntı nereden kaynaklanmakta ? Söz konusu iki kafada zaten temelden sıkıntılı olmakla birlikte bu 2 hale geçiş sürecimizin olmaması her tarafta sıkıntı yaratmıştır. Kaktüsü bol bir çölde çiçek bahçesi üretmeye çalıştılar.

Habur

Kaktüs yıllarca elimizi kanattı , Habur'da 19 Ekim 2009 tarihinde halaylarla açılan çiçek bahçesinde de sonuç değişmedi. Bunun sebebi çiçek bahçesi sadece görüntüde vardı , çiçeklerin hepsi kartondandı , güller de kartondandı ama dikenleri gerçekti , elimiz kanadı.

Elimiz kanayınca gözümüzden de yaş akıyor.

Helal !

Bitmeyen slogandır. "Şehitler ölmez , vatan bölünmez"
Gerçeği söylemek gerekirse şehitler de ölüyor , vatanı da bölüyorlar. Dikkatli olmak lazım. Gözleri 2 - 4 - 8 açmak lazım.
Hiç cenaze namazına gittiniz mi ?
Ölene hakkınız helal edip etmediğinizi sorarlar ve cevabı klasiktir "Helal olsun".
Peki ya 30 yıldan beri bu yolda ölenlere sorduklarında bize haklarını "helal edecekler mi"
Bu vatan nüfusun %5'ine peşkeş çekilecek ve geriye kalan %95 buna sessiz kalacak ! ! !
Zihninizi vicdanınıza yaklaştırın. Siz olsanız o durumunda kanınızı , hakkınızı helal eder misiniz ?

Çağrı ! !

Ülkemizdeki en büyük 3 sorun ; ekonomi , terör ve dış ilişkiler. Bu 3 temel sorunda birilerinin iki dudağı arasında bağlanmış kalmışsak , bence istifa etmelisiniz Sayın Başbakan.19 Ekim 2009'da çekilen halayların da 19 Ekim 2011'de dökülen gözyaşlarının sorumlusu sizsiniz.

Bir çağrı da sokaktaki vatandaşa yapmak gerek. Sokaktaki vatandaşın büyük bir kısmı gibi ben de sosyal medya kullanan bir bireyim. Benim gibi bireylere buradan seslenmek istiyorum. Vatan ne "facebook" üstünden korunmuyor , ne de profil resmini değiştirerek gösterdiğiniz "tepki"yi malum kişiler alabiliyor.
Bu yaptıklarınız vicdan rahatlatmaktan başka birşey değil.
Çıkılacaksa meydanlara çıkalım , ama içimizdeki ateşin mantığımızı geçmemesi lazım. Meydanlara çıkalım etkinliği düzenlemekten bahsetmiyorum. Meydanlara çıkmaktan bahsediyorum!!!

Son olarak ;

Benim ailemden hiçbir birey teröre şehit olmadı . Ama her şehitte ben , bizzat defalarca öldüm !

2011/10/10

Kimine Göre

Kimine göre aşkın , kimine göre sevdanın , kimine göre milletin şiirini yazmış adamdır.

Kimine göre Ali Kaptanoğlu , kimine göre Abbas Yolcu , kimine göre Nevin Yıldız isimli adamdır.

Kimine göre bir şair , kimine göre yazar , kimine göre senaryo yazan bir adamdır.
Kimine göre ll , kimine göre tt ile ismi yazılan bir adamdır.
Kimine göre ayın onunda kimine göre on birinde ölmüş bir adamdır.
İşin özünde ...

Adam gibi adamdır.

Toprağı da ışığı da bol olsun demekten başka bir de güle güle demek gelir elimden...


güle güle


bir gün paramız olacak
elbet.
işte o zaman gideceğiz
aşiyan'a.

aylardan bu ay
günlerden bugün...

belki şarap açmışız
demleniyoruz ,
demli bir çay eşliğinde
sohbet ediyoruz
belki.

aşiyan'dayız.
gitmek zor.
kalmak zor.
güle güle demek en zor...



10 ekim 2007
k




Kaptan

2011/09/28

Çok Değil , 1-2 Yıl

Bundan sadece 1-2 yıl öncesiydi. Kampüsteydim . O yıllarda kampüste olmam fazla eşine rastlanır bir durum değildi ya ! Memur Mustafa gelmişti yanımıza. Aslında o zamanlar kimse ona Memur Mustafa demezdi . Çünkü o dönem adı Ozzy Mustafa idi. Bunun sebebi mimiklerinin ve el kol hareketlerinin Ozzy Osbourne'e benzemesi . Adamın saçları da uzun olunca ister istemez Ozzy lakabı konuluverilmişti Mustafa'ya . Mustafa'nın Ozzy Mustafa olduğu yıllar hepimiz daha güzeldik ya neyse...

Temsili Ozzy Mustafa fotoğrafı. Kabul ediyorum adam benziyor ama bu kadar da değil.


Toparlayayım. Olayın geçtiği yer kampüs. Ozzy Mustafa yüzünde o bitmek bilmeyen gülümsemesi ile çıktı geldi. Çantasından bir dergi çıkarttı. Çıkarttığı dergi hepimizin bildiği Penguen'di. Bir tane daha çıkarttı. O da Penguen'in 2. Yaş Özel Eki imiş. Hemen Ozzy'nin eliden aldık , inceledik , sonrasında "şehre" indiğimizde kendimize de aldık ve hatta bazı arkadaşlarımız (misal bu arkadaşlardan biri benim) arşivlemek için fazladan bir tane daha aldı.

Bu güzel çizimi internet ortamına taşıyıp benim ufak bir google araştırması ile buraya yapıştırmamı sağlayan Çizgili Forum'a teşekkürü borş bilirim
Diğer yıllarda da Özel Ekler verildi ama 2. Yaş Özel Eki gibisi benim nazarımda hiç çıkmadı. Bunun sebebi kapaktaki çizimdir. Ersin Karabulut'un ellerine sağlık. Güzeldi doğrusu. Diğer kişiler , yazanlar-çizenlerden özür dilerim ama bu ekte aklımda kalan yegane şey yukarıdadır.

İlk Penguen çıkalı 9 yıl olmuş ... Şu yukarıda okuduklarınızı yazmamın sebebi Penguen'in 9. Yaş Özel Eki çıkartmış olması ve bundan dolayı aklıma geliverenler.
Bu yazının sebebi muhtemelen Kenan Yarar çizimi olan kapak. Dergi kapağı.

Anlaşılan o ki o "bunda 1-2 yıl öncesi" değilmiş . Epey bir zaman geçmiş.
Penguen kendi gençliğini almış , okutmuş , iş buldurmuş ve hatta bir kısmını evlendirmiş bile.
O evliliklerden meydana gelecek çocukları da yetiştirmeleri dileklerimle.

2011/08/21

Pop Müze

1990'lı yıllar Türk ya da Türkçe Pop Müziğin "patlama" yaptığı yıllar oldu. Yıllar geçtikçe tebessümle , hüzünle andığımız keyifle dinlediğimiz albümler de yapıldı ; bize "şimdi bu da müzik mi yani" dedirtecek albümler de .
Peki ya 90'lı yılların popçularından birer eşya alınsa ve bir müzede sergilense.
Sergilenince neler olacağını sonra düşünelim , nelerin sergilenmesi gerektiğini düşünelim isterseniz.

Çelik - Bandana
Tum kah kah kah kah
Çelik Erişçi , 1993 senesinde ilk solo albümünü çıkarttı. Albümün adı da ilk klip çekilen şarkının adı da aynıydı. Ateşteyim.! Çelik o kadar ateşler içindeydi ki alın bölgesini bandana ile kapatmak zorunluluğu hissetmiş olmadı.



Seden Gürel - Şapka
Hayatımıza önce Eurovision'daki gururumuz "Klips Ve Onlar" ile girse de ilk albümünü 1992 senesinde çıkartan Seden Gürel yanılmıyorsam ilk klibini Bum Bum şarkısına çekmişti. Efsanevi bir şapka takıyordu.

Barbaros Hayrettin - Güneş Gözlükleri
Kesinlikle unutamadık seni "Baba"
Gerçekten müzik yapmak için mi yoksa hayatımıza renk katılsın diye mi işe koyuldular bilemiyorum ama bir Barbaros Hayrettin gerçeği girdi hayatlarımıza 1990'lı yıllarda . "Ben sizin babanızım , ben ne dersem o olur" diyordu Paşa olmayan Baba olan B.Hayrettin.


Kenan Doğulu - Güneş Kolyesi
Kenan Doğulu'nun ikinci albümü olan Sımsıkı Sıkı Sıkı'nın çıkış şarkısının klibi Mısır'da çekilmişti ve klipte bir Güneş Kolyesi dönüp duruyordu. Hafızam beni yanıltmıyorsa ilk kez resmi olarak bir sanatçı ile özdeşleşen bir ürün sanatçı tarafından piyasaya sürülmüştü.

Tayfun Duygulu - Deri Mont
Soyadından bilmek zor tabi ki Tayfun'u. Türk Basını (o dönemler de pek medya lafı kullanılmazdı) tarafından zihinlerimize kazınan tanımlama ile seslenelim. "Hadi Yine İyisin Tayfun"

Ayna - Güneş Gözlükleri
"Kornea Cemil Mapushanede"
Bu listede Ayna'nın Güneş Gözlükleri olmasaydı zaten ilk okuyan kişiden son okuyacak olana kadar küfürleri yemiştim. Kabul edilebilir bir durum değil. Adamlar klipte hapishaneye giriyor , o karanlıkta ranzanın altında kitap okurken bile güneş gözlüğü. Cem Yılmaz ; o klip hakkında yorum yaparken "Kornea Cemil" tanımlamasında bulunmuştu. Running Wild'dan şarkı , In Flames'ten klip aşırdılar ama yine de Ceylan ile muhteşem bir giriş yapmışlardı hayatlarımıza.


Aşkın Nur Yengi - Şişe
Müzik aleti olarak şişe çalmak elbette ilginç olsa gerek. Elbette ki şaka bu ama "pop" da zaten başlı başına bir şaka. Şişe çalarsın akılda kalır , çello çalarsın umursanmazsın.

Mustafa Sandal - Malum Araba
Gönül isterdi ki "förü de var" sesi yankılansın Pop Müzik Müzesinin içinde . Bu biraz garip olacağından en iyisi o malum arabayı müzeye koymak.

Metin Arolat - Kaşık
Açıklama yazmayacağım. Sadece 3 kelime kullanacağım. Merve - İldeniz - Yoğurt ! ! !

Levent Yüksel - Kamyon
Zalim klibindeki hırslı geliş sahnesine istinaden müzedeki yerini "almıştır" .

Demet Sağıroğlu - Çocuk
Ariyayyaya nakaratlı şarkının klibinde oynayan insan evladı
Arnavut Kaldırımı isimli şarkının klibinde oynayan çocuk. Hatırladınız mı ? O çocuk şimdi kocaman adam. Klip çekilirken de erkekti , şimdi de öyle. Yıllarca herkes (gibi ben de) o çocuğu bir kız çocuğu sandık durduk.

Emel Müftüoğlu - Soda Şişesi
1995 yılında Emel Müftüoğlu 4. solo albümü Hovardayı çıkartır. (Solo albüm 1980'lerde Emel - Erdal ikilisi mevcut) Albüme ismini veren parçaya muhteşem bir klip çekilir. Soda Şişesini hatırlamadınız mı ? O zaman klibi bir kez daha izleyin.

Harun Kolçak - Fotoğraf
Şayet böyle bir müze açılırsa Harun Kolçak'ın o yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı sergilense ilgi görecektir düşüncesindeyim. Ek olarak bir ekrandan da Gir Kanıma klibi "Ayaklar sabit nasıl dans edilir" dersi niteliğinde güzel olacaktır.

Tuğçe San - Yılan
"Tuğçe San Geliyor!" - "Tuğçe San Neredesin?" Hayat mizah dolu
Hani bir Tuğçe San vardı "Tuğçe San geliyor" sesi ile zihnimize nakşolmuş. Gelmedi halen değil mi ? Olsun , bir kafa kafasını uzatmıştı , "bir arkadaş bakıp çıkmıştı" hayatlarımızdan. Bize de klibindeki yılanı müzeye koymak düşer .

Deniz Arcak - Şam Şeytanı
Afacan , haşarı , sevimli çocuklar için kullanılır genellikle bu Şam Şeytanı lafı. 1995 yılında çıkan Beyaz Vadi isimli Deniz Arcak albümünden bir şarkının da adıdır. Afacan-sevimli manasında kullanılmışsa müzeye bizzat Deniz Arcak gelmeli müzeye. Bu arada kişisel bir not bu şarkıyı eskiden her duyuşumda şarkının siyasi içerikli olabileceğini düşünürdüm.

Ercan Saatçi - Kültablası
Zihninizdekileri unutun. Youtube'a girip Ercan Saatçi - Sayenizde yazın. Anlayacaksınız.

Candan Erçetin - Sandalye
Eurovision Fatihi Halley şarkısını söyleyen grup olan Klips Ve Onlar'dan bir isim daha. Candan Erçetin 1995 senesinde ilk albümünü çıkartmış , ilk klibini de Umrumda Değil isimli şarkısına çekmiştir. Kişisel bilgi , şarkının sözlerinin büyük kısmını hatırlasam da adı aklımda değildi. Şarkının adı sizinde aklınızda olmasa bile klipte kullanılan sandalye ve kullanım şekli unutulmazlar arasına girdi.

Ve

Tabi ki eksikler çok . İlk aklıma gelenler ; Pınar Aylin - Ford Kamyonet , Ahmet - Şapka , Cankat - Bisiklet , Serdar Ortaç - Zeytin , Cemali - Gözlük .

Peki ya gerçekten müze yapsa birileri ne mi olur ? Müzenin gelirlerinden ; unutulmuş sanatçılara bir pay verilip hem magazin basınına ezdirmez kendini müzik sektörü . Hem de müzikten başka iş yapamayan sanatçıyı da hayata karşı ezdirmez.

Peki ya böyle bir müzeye ya da benzeri bir müzeye gitmez misiniz ? Sinemacıların eşyalarını bağışladı bir müzeye mesela gitmez misiniz ?

Bütün yazı şakayla karışık yazılsa da sadece sonu için yazılmıştır. Daha fazla "Unutulmayan filmlerin unutulan yıldızı açlık içinde öldü" haberlerini daha fazla okumamak için basını susturmak da bir seçenek ama zor olanı "bir şeyler" yapmaktır.

2011/06/25

"We screamed for Bruce" ya da 4664 gün sonra Iron Maiden

Geçtiğimiz hafta pazar günü -ya da bu yazıyı daha sonra okuyacaklar için belirtmekte fayda var- yani 19 Haziran 2011’de o kadar yoğun bir duygu seline kapıldım ki , sel dur durak bilmiyor. Peki ya ne olmuştu o malum pazar gününde ?
Yıllar önce bir “sözlük marmara”daki bir yazımda kendim ile ilgili şunu yazmışım :
7 8 eylul 1998 iron maiden konserleri için istanbul'a gidememiş , 1999 senesinin ilk çeyreğinde bruce dickinsonun iron maidena geri döndüğü haberi ile çalkalanmış ve o tarihten beri heyecanla iron maiden'ı canlı canlı - ağlaya ağlaya , tepine tepine , haykıra haykıra - izlemek isteyen sözlük yazarıdır.
gelin be abi...
up the irons diye bağıralım. hatta gerekirse we love west ham be abi ! ! !”

After all those years wasted , we are dancing with death and running free tonight .
Günün özeti


19 Haziran 2011 gününde Sonisphere Festivalinin Türkiye ayağı gerçekleşti. Katılımcılar Mastodon , In Flames , Alice Cooper , Slipknot ve Iron Maiden idi. Yukarıdaki metinden de anlaşılacağı üzere üzülerek belirteyim ki etkinlik benim için Iron Maiden öncesinde ısınma turu gibi algılandı. Böyle algıladığımdan dolayı da diğer katılımcı gruplara ve onları izlemek için gelen herkesten de özür dilerim. Bu konuyu geçelim , bakalım neler oldu neler bitti.

Pazar öğlen vaktinde arabayla konserin yapılacağı yerden geçerken gerçekten korktuk. Sıra çok uzundu ve girmemizin zor olacağını düşünmeye başlamıştım. Birşeyler yedik – size ne değil mi benim birşeyler yememden , birazdan anlayacaksınız- sıradaki arkadaşlarla telefon ile iletişim haline geçip en doğru kararın konser mekanına ulaşmamak olduğunu düşündük. Mastodon’u sıcakta kuyrukta beklerken de kaçıracaktık zaten .
Kuyruk epey uzuyordu , arabadan ancak bu çıktı.

Konser mekanına ulaştığımızda kuyruğun sıfırlandığını gördük , hemen ardından da In Flames’in performansına başladığını anladık. Artık içerideydik.

In Flames’in eski halini çok severim , yeni In Flames ise pek bana göre değil , yine de Only For The Weak’te “zıplamayan .bne olsun” misali zıpladım. Zaten tek hedefim oydu , yoksa Lunar Strain-The Jester Race-Whoracle karması bir setlist yapma durumlar yok zaten.
İlginç hikaye In Flames'inki ...

In Flames sahneden indikten sonra birkaç eski arkadaşla görüşüldü , hasret giderildi ; mekan öğrenildi bira nerede-köfte nerede-hela nerede- t shirt nerede ? Öğrenildi.

Alice Cooper’ın performansı bence çok keyifliydi . Çalabileceği birkaç hiti çalmasa da “yeni şarkı” yazan ceketi ile ve nakarat yazılı gömlekle ; konserin başında eline aldığı seyirciyi bırakmadı. Ne diyelim bir daha denk gelir de tekrar , daha uzun ve daha çok görsel ekipmanlı bir gece konserinde izleriz.
Babam yaşındaki adamdan inanılmaz performans

Madem öyle ayağa kalkalım da Maiden'a hazırlanalım
Maiden’a bir adım daha kala gözüyle baktığım Slipknot ise şov ve iletişim alanında çok iyiler. Müzikleri ile aram yok  ama . Paul Grey’in tulumunu ve maskesini sahneye çıkartmaları etkileyici idi. Basçı arkada olmasına rağmen grupta fazla istihdam var gibi durmakta benim gibi Slipknot cahilleri için .
Iron Maiden öncesi Maçka KüçükÇiftlik Park

Iron Maiden’ı 2 kelime ile anlatmak gerekirse … "Nefes kesici !" Okuldan geldikten sonra kravatı-ceketi bir kenara fırlatıp müzik setine Iron Maiden kaseti koymuşsunuz tepinmekten yorgun düşmüşsünüz ve rüyanızda Iron Maiden görüyormuş hissine kapılsam da Iron Maiden canlı canlı karşımdaydı.

Ne güzel , şu dünyada yapmamız gereken birşeyi daha yerine getirdik. Gözüm arkada kalır listesine bir çentik daha attık. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bir çocukluk hayalimi yerine getirdiklerinden dolayı.
Hayatımın karesi , tam hayalimdeki gibi durmuşlar

Fazlasını bile yaptılar. Misal ben bardakta köfteyi asla hayal etmemiştim.  Ekmek ya da su nasıl biter. Bunu asla anlayamam ! ! ! İhaleye verilmiş ya da konser mekanın sahipleri yeme-içme işini organize etmiş olabilir . Ben seyirci olarak onları muhattap almam. Organizasyonun (Purple) bir şekilde seyirciden özür dilemesi gerekmekte. Bu ufacıcık özür bile insanların kalbini alabilir.
Evinizde arkadaşlara köfte-ekmek yapacaksınız. 1 ekmeğe 3 adet köfte koyacaksınız ve 20 arkadaşınız gelecek , hepsine de birer köfte-ekmek ikram edeceksiniz. Gecenin sonunda doymayan arkadaşlarınıza bardakta – ya da tabakta- köfte ikram ederseniz 3 ihtimal vardır. Ya köfteyi fazla almışsınızdır , ya ekmeği az almışsınızdır ya da 1 ekmeğe 3 değil de 2 köfte koymuşsunuzdur. Bu kadar basit. 

Peki siz bu işi ticarete mi döktünüz ? Hayır , adamlar misafir. Ticarete dökseydiniz ne olurdu ya beceriksizlikle ya da ahlaksızlıkla suçlanırdınız. Üstelik tepkisiz kalarak zaten gönülleri kırmaktasınız.
İkincisi düzenlenen bir festivalde su , ekmek ya da başka birşeyin bitmesinin izahı yoktur …
Seyirciden bu kadar kopuk olmasından dolayı organizasyon şirketini açık açık suçluyorum. Bir internet sitesine 3 adet konser afişini koymayı şu anda ilkokula giden bir çocuk bile yapar. O afişlere biletix linki vermeyi de birilerinden yardım alarak rahat rahat yapılabilir.
Tepkilere karşılık vermek demek o tepkiyi ortaya koyan insanı tatmin etmek demek değil elbette . Ama sağolsunlar “Purple Concerts” 2 seneden beri kimseyi muhattap kabul etmiyor. Ve daha da kötüsü kimseyle de muhattap olmuyorlar.
Olimpos Dağında oturduklarını sanıyorlar. Gözümüz yok ister Olimpos Dağında isterlerse de K2’de otursunlar.
Festivalden 1-2 gün öncesinde çıkan “platform” bileti nedir ? Yapılması kötü olmadı ama organizasyon baştan “organize” olsaydı da açıklasaydı diğer kategorilerden bilet alan insanlar orayı tercih edebilirlerdi.
Biletler “bittikten” kaç gün sonra çıkartılan sahne önü ve saha içi biletlere ne demeli. İnsanlar karaborsa biletlere deliler gibi para bayıldılar. (Son güne neden kalırsın sen de arkadaş – bazılarının geçerli sebebi vardır , onların karşısında susarım elbette)
Bu arada kaç bilet ve davetiye basıldı , kaçı satıldı ? Bu bilgilere ulaşabilmemiz mümkün mü ? Belki sayılar önemli değil ama insanın karşısında bir muhattap olmayınca düşüne düşüne bu hallere geliyor olay.

Çok zor girdik ve çıktık mekandan . Mekanın konumu gereği bunda yapılabilecek bir şey yok. (Çıkış için söylüyorum bu lafı) Kapılar biraz daha erken açılıp etkinliklere katılıp bütün grupları izlemek isteyen insanlar içeri alınabilirdi , böylelikle girişteki muazzam kalabalık aza indirgenirdi.

Bizler bir şekilde girdik ve çıktık. Hoplaya zıplaya , ayaklara basa basa. Bir de bizim bilmediğimiz –ama en azından unutmamamız gereken- hayatları yaşayanlar var.  Ayşe Aktaş’ın Düşler ve Kabuslar forumdaki konser hakkındaki yorumunu noktasına-virgülüne dokunmadan kopyalayıp yapıştıralım.



“Gerçekten her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir festivaldi. Kusursuz bir şekilde ve hakikaten en ince ayrıntısına kadar nasıl daha fazla sorun çıkarabiliriz diye üzerine çok çalıştıklarından zerrece şüphem yok. Bana özel yapılmış olduğu için normal tekerlekli sandalyelerden oldukça dar olan tekerlekli sandalyemle içeriye girebilmek için bariyerleri söktürdüm! Girişe kadar gelebilmek için o toprak alanda pet şişelerden ilerleyemeyişimi söylememe hiç gerek yok sanırım...

Bu yıl engelli platformunun yine taa anasının bir tarafına yapılarak, sahneye yakın kısıma da sonradan başka platform eklenip normal insanlara tahsis edilmesi de ayrıca şık bir ince ayrıntı oldu. Takdir ettiğim bir başka nokta da, engelli platformuna bu yıl güvenlik koymayarak zihinsel engelli bir dolu insanın giriş çıkışını kolaylaştırmalarıydı. Alice Cooper esnasında inceden yerleşilmeye başlandı, Slipknot esnasında saflar sıklaştırıldı ve Iron Maiden sahneye çıkmadan önce kadro belli oldu. Platformun ön kısmında kalamadığı için engellileri sıkıştıran, kendisi sıkıştığında da engelli insandan rahatsız olup O'nunla tartışan insancıkları da hoş görmek bize düştü elbette. Engelli platformunda 50 ya da daha fazla zihinsel engelliyle beraber ağırlıktan çatlamış ve yamulmuş bir platform üzerinde ha çöktü ha çökecek psikolojisiyle yaşadığım eğlencenin tarifi yoktu. Adrenalin tavan! Bir tane bile engelli tuvaletinin olmamasından dolayı 13 saat boyunca tutulan çişle de yerimizde duramadık, coştukça coştuk. İyi oldu! Gölgelik alanın olmamasıyla güneş batmadan önce şuurumuzu kaybetmemiz için dua ettiğimi de söylemeden geçemeyeceğim. Zira engelli platformuna doluşan diğer insanlar büyük ihtimal güneş çarpmasıyla orada zihinsel engelli oldular ve fütursuzca o platformda eğlenebildiler...

Daha fazla yazmayacağım çünkü kiminize abartı gibi gelebilir fakat ben bu kadar zorluğu yaşadığımızı anlatmaktan bile tiksiniyorum. Başkaları adına utanmak vardır ya hani, işte ben O ileri derecede engelli olan erkek arkadaşın neredeyse 7 saat boyunca sadece müzik için güneşin altında saçlarının yüzüne yapışmış ve milim kıpırdayamayışını gördükçe bunu yaşadım. Özür dilerim fakat organizasyon adına hem onca normal insana, hem de sadece o engelli arkadaşa çektirilen zorluklar nedeniyle utandığımı hiç çekinmeden söyleyebilirim...
... 

Benim amacım bağcıyı dövmek değil.  Ama eleştirmek benim en doğal hakkım. Umarım gelecek yıllarda yapılanlardan ve “yapılmayanlardan” ders alırız.

2011/04/25

Doğramacı Lokantası


Yıllardan beri aynı lokantaya gidiyorsunuz. Düşünün yok mu öyle bir yer. Herkesin vardır. Kiminin gittiği suyana ekmek banılan kuru fasulyelerin yenildiği bir yerdir . Kiminin gittiği yer ise sadece dağda yabani kekikler ile beslenmiş tavşanlardan yemekler yapan lüks bir mekan.

Sulu yemek yapılan yeri ele alalım … Adı da “Doğramacı Lokantası” olsun. Unutmayın yıllardan beri Doğramacı Lokantasından yemek yiyorsunuz. Önünüze gelen yemeğe bakmadan baharat ekleyebilirsiniz , lezzete o kadar hakimsiniz.

Doğramacı Lokantasının aşçısı ile patron bir şekilde yollarını ayırmış. Ahmet Çelik diye bir adam bulmuşlar ,  yeni aşçı o olmuş. Yeni aşçı Ahmet Çelik öyle rezil yemekler yapmaya başlar ki pirinç pilavı yerken pilavdan ziyade tarhana çorbası tadı alırsınız.

İşte şimdi soru geliyor ! Tepkiniz ne olur ? Tarhana tadında pirinç pilavı yemek mi ? Yoksa bu duruma karşı şikayet etmek mi ?

Şikayet etmezseniz  daha uzun yıllar pirinç pilavının , kuru fasulyenin , nohutun  , orman kebabının tadına hasret kalırsınız.

Şikayet ettiğinizi düşünelim ama diğer müşterilerin bir kısmının ağzından tek cümle çıkıyor. “Tarhana çorbalı tadına sahip pirinç pilavı yemek beni tatmin ediyor.” Tek yorum , kısa ve öz.

Bu durumda ne yaparsınız ?

Kabullenirsiniz ya da kabullenmeyip biraz uzakta olsa bile başka bir yerde yemek yersiniz.

Peki ya bulunduğunuz semtte , şehirde ve hatta ülkedeki tek lokanta Doğramacı Lokantası ise ?!?

İşte ÖSYM’nin durumu da bu !

2011 yılı içerisinde benim baktığım 33 adet sınav yapılacak. 33 tanesi de “şaibeli” .

Artık insanların –bir kısım insanların- midesi bulandı.
Midesi bulanmayanlar “tatmin” oldu.

Başta ÖSYM Başkan V. Prof. Dr. Ali Demir , Genel Sekreter V. Turay Karadere olmak üzere bütün ÖSYM yetkililerini “istifa”ya davet etmek bu ülkedeki her yurttaş gibi benim de boynumun borcudur. ÖSYM yetkililerinin sadece ikisinin ismini yazdım , bunun sebebi  ÖSYM sitesinde sadece bu iki kişinin isminin yazmasıdır.
ÖSYM'yi acaba kimliksizler mi yönetmekte ?

Gelelim tatmin olanlara …  Onlar “tatminsizce” “tatmin” olmaya devam edecekler.

Doğramacı Lokantasına gelecek olursak… Keşke herkes istediği yemeği yese. Ama menü belli ne yazık ki. 



Yazar notu : Bu yazıyı sehven yazdım. Kimsecikler kusura bakmasın.