2011/04/25

Doğramacı Lokantası


Yıllardan beri aynı lokantaya gidiyorsunuz. Düşünün yok mu öyle bir yer. Herkesin vardır. Kiminin gittiği suyana ekmek banılan kuru fasulyelerin yenildiği bir yerdir . Kiminin gittiği yer ise sadece dağda yabani kekikler ile beslenmiş tavşanlardan yemekler yapan lüks bir mekan.

Sulu yemek yapılan yeri ele alalım … Adı da “Doğramacı Lokantası” olsun. Unutmayın yıllardan beri Doğramacı Lokantasından yemek yiyorsunuz. Önünüze gelen yemeğe bakmadan baharat ekleyebilirsiniz , lezzete o kadar hakimsiniz.

Doğramacı Lokantasının aşçısı ile patron bir şekilde yollarını ayırmış. Ahmet Çelik diye bir adam bulmuşlar ,  yeni aşçı o olmuş. Yeni aşçı Ahmet Çelik öyle rezil yemekler yapmaya başlar ki pirinç pilavı yerken pilavdan ziyade tarhana çorbası tadı alırsınız.

İşte şimdi soru geliyor ! Tepkiniz ne olur ? Tarhana tadında pirinç pilavı yemek mi ? Yoksa bu duruma karşı şikayet etmek mi ?

Şikayet etmezseniz  daha uzun yıllar pirinç pilavının , kuru fasulyenin , nohutun  , orman kebabının tadına hasret kalırsınız.

Şikayet ettiğinizi düşünelim ama diğer müşterilerin bir kısmının ağzından tek cümle çıkıyor. “Tarhana çorbalı tadına sahip pirinç pilavı yemek beni tatmin ediyor.” Tek yorum , kısa ve öz.

Bu durumda ne yaparsınız ?

Kabullenirsiniz ya da kabullenmeyip biraz uzakta olsa bile başka bir yerde yemek yersiniz.

Peki ya bulunduğunuz semtte , şehirde ve hatta ülkedeki tek lokanta Doğramacı Lokantası ise ?!?

İşte ÖSYM’nin durumu da bu !

2011 yılı içerisinde benim baktığım 33 adet sınav yapılacak. 33 tanesi de “şaibeli” .

Artık insanların –bir kısım insanların- midesi bulandı.
Midesi bulanmayanlar “tatmin” oldu.

Başta ÖSYM Başkan V. Prof. Dr. Ali Demir , Genel Sekreter V. Turay Karadere olmak üzere bütün ÖSYM yetkililerini “istifa”ya davet etmek bu ülkedeki her yurttaş gibi benim de boynumun borcudur. ÖSYM yetkililerinin sadece ikisinin ismini yazdım , bunun sebebi  ÖSYM sitesinde sadece bu iki kişinin isminin yazmasıdır.
ÖSYM'yi acaba kimliksizler mi yönetmekte ?

Gelelim tatmin olanlara …  Onlar “tatminsizce” “tatmin” olmaya devam edecekler.

Doğramacı Lokantasına gelecek olursak… Keşke herkes istediği yemeği yese. Ama menü belli ne yazık ki. 



Yazar notu : Bu yazıyı sehven yazdım. Kimsecikler kusura bakmasın.

2011/04/13

Mor Hırkalı Kız


Odasının sarı ışığı ile güneşin o aydınlık verici ışığı birbirine karışmıştı ki uyumaya karar verdi. “Uyumadan önce son bir sigara daha sonra uyurum” diye düşündü mor hırkalı genç kadın. Aslında gençlik filan da kalmamıştı. 30. yaş gününü kutlayalı 4 ay 12 gün ve belki de 15 saat geçmişti. Sigarayı yaktı , pencereye doğru yürüdü , perdenin altından elini geçirerek pencereyi usulca araladı. Baharın kokusu yüzüne doğru çarpmıştı.
Askıda duran mor hırka
Bundan 4 ay 12 gün ve belki de 15 saat önce 30. yaş gününü kutlayan mor hırkalı kadın baharın kokusundan mı rahatsız oldu bilinmez kokuyu bastırmak için ardı ardına çektiği sigarasının dumanını dışarıya doğru üflüyordu. Mor hırkasını vücuduna biraz daha bastırdı ,  “bahar mevsimi bile olsa sabah serinliği insanı üşütüyor” diye söylendi kendi kendine . Sigarasını bitirince pencere kenarından çekildi. Tekrar çalışma masasına geçti. Masasında halen sıcak duran kahveyi gördüğü anda dayanamadı bir sigara daha yaktı.
Sigaranın dumanını odanın içine doldururken bir yandan da bütün gece yaptığı şeyi yapmaya devam ediyordu.
Kendi hayatının muhasebesi.  Üniversitedeyken yan dal olarak sosyoloji yerine maliye ya da benzeri bir şeylere girmiş olsaydı muhasebenin ana kavramlarını öğreneceğinden hayat muhasebesi yapmak daha kolay olabileceğini düşündü. Sonrasında da vazgeçti. Muhasebe gibi sıkıcı bir dersin okutulacağı bir okulda sıkıntıdan patlar , muhasebesini yapacağı hayatını bir intihar eşliğinde kaybedebileceğini düşündü.
Sarı rengi ile odayı aydınlatan lambasını kapattı. Ayağa kalktı , pencereyi yine aynı şekilde perdenin altından elini sokarak kapattı. Mor hırkasını çıkarttı , yatağa girdi. Gülümsedi.  “Sanırım depresyondayım” dedi yan odadan duyulabilecek şekilde. Oysa ki yan oda da onu duyabilecek kimse yoktu.
Uyudu.
30 yıl 4 ay 12 gün 15 saat ve 23 dakikalık hayatında ilk kez depresyona girdiğini fark etmişti.
Uyandığında ; daha çok farkında olduğu bir yaşam bir hayat bekliyordu.

2011/04/10

Anvil! The Story of Anvil

Bugününe kadar bu blog'dan film önerisinde bulunmadım.
Ama taze taze izlemişken bunu önermek zorunda olduğumu dile getiriyorum.
İzlemek istediğiniz şey bir "başarı" hikayesi ise mutlaka izlemelisiniz "Anvil! The Story of Anvil"i .


Böyle bol soslu , bol şatafatlı bir başarı öyküsü görmeyeceksiniz. Hatta filmin (aslında bir belgesel) sonunda bana küfür bile edebilirsiniz. Sizden ricam yazının kalan kısmını filmi izledikten sonra okumanız.
2008 yapımı filmi izlemek için internetten sipariş vermeniz ya da yine interneti kullanmanız gerekmekte.


Filmi izleyenler gelsin...

1978 senesinde (bu yazıyı okuyanların büyük kısmı daha doğmamıştı bile) kurulan bir heavy metal grubusunuz. Stadyumlar , turneler , albümler . İnsanların ilgisi üzerinizde. Tek bir sıkıntınız var. Doğru zamanda doğru yerde olamamak.

Doğru zamanda , doğru yerde bulunsaydı Anvil şu an belki de "purolarını dolarla yakacaklardı".
"Ulan , başarı hikayesi diye babaladın , izledik de bir halt yok adamlarda. Adam (Lips) eziğin teki" diye serzenişte bulunabilirsiniz.

Ama unutmayın ...

Adamlar bıkmadan usanmadan müzik yapmak için savaşıyorlar ve vazgeçmemişler. 25 yaşında plak şirketlerini dolaşıp "albüm kaydettik , basar mısınız ?" demek kolay. Bunu 50 yaşına geldiğinizde yapacak mısınız ?
Ya da şöyle sorayım. 30 yıllık bir müzik kariyeriniz olsa ve albüm yayınlatmak için kapı kapı dolaşacak olsanız...
Kaçınız kabul eder ?

Bir konserde karşınızdaki 200 kişinin kocaman açılmış gözleri ve terlemiş ama mutlu suratlarını görmek için cebinizden para verir misiniz ? Yoksa beni zamanında 10.000'lerce kişi dinledi , umrumda olmaz mı dersiniz...

Anvil'in yerinde olsanız halen savaşır mısınız ?
Adamlar halen savaşıyor . Halen o ya da bu şekilde ayaktalar. İşte bu yüzden de başarılılar.

Lisede dinledim Anvil'i ilk kez. Favori gruplarım arasına girmedi ama dinlemekten zevk aldım. Belgeseli ilk duyduğumda bana üzücü geleceği için (adamlar ezik lan düşüncesinin bir yansıması) izlemek istemedim. Bugün artık izlemem gerektiğini düşündüm.

Kabul ediyorum belki de bir "The Shawshank Redemption" değil.Bokun içinde yüzdükten sonra kahrolası hapishane müdürünün gasp ettiği paralarla alınmış spor arabaları yok. Ama zaten Heavy Metal demek çoğu zaman "spor arabanın içindeki fıstıklar"dan ziyade terli 8-9 adamın konser sonrası tanışık olsa da olmasa da sevinçten birbirine sarılması değil mi ?

2011/04/02

Anathema - Angelica

Yıllar önceydi ve açtım ...
Yeni birşeyler duymak , öğrenmek istiyordum...
Bir şekilde Anathema'nın Eternity albümünü edindim...
Beğenmedim... Hiç beğenmedim hem de ...
Ama bu şarkının bambaşka bir hali var... Angelica'yı dinlemek için defalarca cd çalarımımda dönmüştür albüm.

Arabada dinlemek için MP3 çalar içine fırlattım attım albümü...
Bu şarkının başladığında aynı anda yağmur da başlamaz mı...
Uzaktan bir adam gördüm. Elinde meşale vardı. Yakınlaştım arabayla daha net görebiliyordum artık. 
Elinde meşale olan  bir adam düşünün ve adam aynı zamanda ağlarken koşuyor büyük bir hırsla...  Geçti gitti yanımdan.
Bir yandan ağlıyor , bir yandan da meşaleyi hem yağmurdan hem de gözyaşlarından korumaya çalışıyordu.
Haykırmaya başladı...
Ne dediğini asla anlayamıyordum bunun sebebi daha önce duymamış olduğum bir dilde haykırıyor olmasıydı.
Arabayı durdurdum , aşağıya indim. Adamın yanına kadar koştum , meşaleyi elinden alıp ben de bağırmaya başladım. O bilmediğim ve hiç duymadığım dil aslında kendi konuşma dilimizin tersten söylenişiymiş.
Ve o haykıran adamın da kim olduğunu öğrendim...
45 yaşındaki ben , geçmiş günlere , kaybolmuş masumiyete isyan edip haykırıyormuşum...