"Bu hikaye dostlar işte tam, tam burada başlıyor" |
"Biri gelir açar perdeyi
Biri seyreder alemi
Biri gelir ışığı yakar
Biri sadece alkışlar
Biri zaten hiç konusmamıştır
Biri uzaktan hep bağırır
Biri gülerken aglatır coğu zaman
Biri sadece dudağını ısırır
Bu hikaye başlıyor
Ve hayat insandan daha hızlı gidiyor
Biri gelir çeker perdeyi
Biri zaten çoktan gitmiştir
Biri gelir söndürür ışığı
Biri bilir ki işi bitmiştir
Bu hikaye burda bitiyor
Ve hayat insanın çok vaktini alıyor."
Yukarıdaki sözler bir şarkıya ait. Şarkının adı Hikâye... Renan Bilek'in 1998 senesinde çıkarttığı Leke'nin son şarkısı...
Gelelim yukarıdaki fotoğrafa...
İşte bu okuyacağınız hikaye de tam o fotoğrafın çekilmiş olduğu yerde başlıyor...
Kasım'ın son günleri... Aralık ortasında askere gidecektim. İşte bu yüzden Antalya'da okuyan canım arkadaşım Ahmet'i görmek için Antalya'ya gittim. Sabah olunca hazırlandık, arkadaşımın okuduğu Akdeniz Üniversitesi'ne gittik. Bizim okul için Gökkuşağı ne ise orada da Olbia vardı. Ama bizdeki gibi kapalı alan değil. Açık alanda masaların olduğu, nispeten temiz havayı içinize çekebileceğiniz bir yer. Simit ve çay aldık Oliba'daki bir mekandan. Açık havada oturmak için masa baktık. İleride birini gördüm, duraksadım ve hatta şaşırdım. Ahmet durumumu anlamış olacak ki "Abi biliyor musun? Oyuncu Renan Bilek o, sinema kulübünün 'workshop'ı için geldi, afişini ben yaptım, istersen gideriz." dedi. "Gidelim, gidelim. Ben o adamın şarkılarını çok severim" dedim.
O an bilmiyordu Ahmet, Leke albümünü.
8 yıldan beri severek dinlerdim o albümü. Albüm yazdığıma bakmayın. Kaset... A yüzü, B yüzü olan... Hani unuttuğumuz bir teknoloji!
Velhasılıkelam, iki günlük workshop'a katıldık. Oyunculuk ile ilgili anlatılar, anılar... Ben bir fırsatını bulup "Leke"yi çok sevdiğimi anlattım Renan Bilek'e. İki günün sonunda topluca yemeğe gidilecekti.
Yemeğe gitmek için yürürken Renan Bilek'e -bende saklı kalsın- bir şarkısı ile alakalı bir soru sordum. Yürümeyi bırakamadı, bir-iki adım attı ama kendisi sadece fiziken adım attı, o an orada değildi. "Çok ilginç" dedi. Sonra durdu, cevap verdi ve ekledi "ben senin yaşlarında, hayır-hayır, senden 1-2 yaş ufakken buna benzer bir soruyu Cem Ağabey'e sormuştum".
"Cem... Cem ?"
"Cem Karaca" dedi. Duygulandığı her halinden belliydi. "Demek ki insan böyle garipsiyor ve mutlu oluyormuş" dedi...
Yemek esnasında sohbet ilerledi. Renan Bilek, Renan Ağabey olmuştu benim için...
Gelelim ikinci perdeye...
Yıllar yılları kovaladı. Önce o yıllar önce terk ettiği İstanbul'a taşındı. Sonra ben iş için taşındım İstanbul'a.
İstanbul'daki ilk arkadaşımla uzun uzun konuştuk, eskiden-yeniden... Yukarıdaki hikayeyi de anlattım ona. Bir gün işte çalışırken cep telefonuma bir görsel geldi.
"Bu hikaye dostlar işte tam, tam burada bitiyor" |
Renan Ağabey, Cem Ağabey'ini anlatacak, üstelik şarkılarını da söyleyecek... Ne kadar güzel haber...
Gittim.
Heyecanlıydım, mutlu ayrıldım...
Soranlara oyun dedim. Ama bir oyun olmadığını biliyordum. Bir konser de değildi... Bir belgesel de...
"Ömrüm"ün ne olduğu gerçekten merak edenlere şöyle açıklayayım. Yanınızda bir demlik çay var. Muhabbet öyle koyu ki kalkıp çayı ısıtmaya ya da yeni çay dem demlemeye yeltenmiyor, soğuk da olsa o çayı keyifle içiyorsunuz. Muhabbet konusu ise Cem Karaca... Muhabbeti yapan ise Renan Bilek... Üstelik elinde gitar var. Arada gitar çalıp şarkıları da söylüyor.
Tam da böyle bir etkinlik Ömrüm...
Gitar var dediğime bakmayın. Gitar da var bas da... Eylem Pelit Orkestrası var sahnede... Yazan-yöneten-söyleyen Renan Bilek, klavyede Halil İbrahim Işık, davulda Mert Türkmen, gitarda Evrim Arslan ve bas gitarda Eylem Pelit var...
Yakınınıza gelemiyorsa siz uzaklara gidin ve bu "muhabbet"e katılın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.