2013/12/31

E n M ü z i k 2 0 1 3

Son 10 küsur yılımızı anlatan şarkıyı barındıran albüm.
Avustralya yıla veda etmiş. Sıra yavaş yavaş bizlere de geliyor.

Acı tatlı acı acı acı bir yıl oldu 2013. Gerçi ne getirmişti ki 2012 , 2013'ün ne kerameti olacaktı.

Olsun! Şurada hukukumuz var , iyi-kötü geçindik bu günlere geldik.

O yüzden güzel ayrılayım 2013 ile.

Müzikte Yılın ...'larını not edeyim kendimce.

Yılın Yabancı Albümü : Ghost'un albümünü defalarca kim olduklarını bilmeden (arabadaki mp3 transmitter'ın ekranı bozuktu) severek dinledim , büyüleyiciydi. Ama hayır ! Ghost'un Infestissuman isimli albümü nazarımda 2013'ün en iyi albümü olmadı. Volbeat gibi nispeten yeni yetme bir grup kısa sürede o kadar büyümüş ki BIG FOUR'dan eleman alır hale gelmiş . Albüme destek veren seslerden biri üstelik King Diamond. Keza King Diamond'un ismi bile yeter albümü üst düzeyde görmem için. Yetmedi... Soulfly'ın albümü duvara toslamış etkisi yarattı , Darkthrone ve Rotting Ghrist'in albümlerini çok sevdim. Ama hayır ! Nazarımda yılın albümü 70'li yılların ortasından kopup gelen Now What ?! isimli Deep Purple albümü. Yanlış anlaşılmasın grup değil albüm 70'lerden kopup geliyor. Bir arkadaşım "abi bu 74'te kaydedilmiş ama yayınlanmamış" deseydi ilk dinlettirdiğinde kesinlikle yerdim.

Çok sevdim seni Now What ?!

Yılın Yerli Albümü : Bir şarkı , sadece tek bir şarkı bir grubu yıllarca sevmeyip (hatta biraz da gıcık olup) bir anda insanın sevmesini sağlar mı ? Sağladı. Bütün albümü dinledim , defalarca dinledim. Belki de o şarkıdan dolayı objektif bakamıyorum ama Duman'ın Darmaduman albümü nazarımda 2013'ün albümüdür. Yılın sonunda çıkan Murat İlkan - Fanus çalışması sevindirdi beni. Ama 2013 yılı özel bir yıldı.


Yılın Yabancı Şarkısı : Şarkı başladığında insan kendinizi ortaçağda buluyor. Sonrasında yolculuk başlıyor bir anda 70'lerdesiniz. Gelecekte insanların katledilişine şahit olup yine dönüp dolaşıp 2013 senesine geliyorsunuz. Bu şarkı Ghost'un Year Zero isimli şarkısı.



Yılın Yerli Şarkısı : 
Az önce yazdım Duman sevmezdim diye. Bir şarkı yaptılar ki Duman'ı kardeş gibi sevmeye başladım. Ne zaman bir yerde denk gelse şarkı sonuna kadar o şarkılarını dinler oldum. Eyvallah şarkısı son kaç yılımızın özeti kim bilir... Hele hele o şarkıyı ilk kez Eskişehir'li o teyzenin olduğu videoyu izlerken duymuşsanız... Bu şarkı çıkmasaydı muhtemelen yılın şarkısı olarak Aydilge'nin Yine Ben Aşık Oldum şarkısını seçerdim. Öyle bir enerji var ki tek kelime Türkçe bilmeyen bir Uruguaylı olsam muhtemelen yine aynı şeyleri hissederdim. Soğuk bir mart günü ilk kez işittim o şarkıyı , içim ısınıverdi.




Yılın DVD'si : Maiden England '88 ! ! ! Maiden England hakkında değil bir paragraf bir kitap yazarım. Zaten bu tekrar karşınıza çıkacak. O yüzden kısa keseyim.

Yılın Konseri : İlk giydiğim grup t-shirtü Iron Maiden Aces High'idi. Ne Maiden'ı biliyordum , ne gitar-bas-davul'u . Ama o tip (Eddie) çok hoşuma gitmişti. Yıllar geçti ; ne zaman Maiden nedir ne değildir sorularına cevap verecek hale geldim işte o zaman evin içerinde Maiden dinlerken atlıyor - zıplıyordum. Tenis raketinden bas gitar yapıyordum. Kışın ortasında terleyip atlet değiştiriyordum. İlk konserlerini kaçırmıştım. İkincisine gitsem de tadı damağımda kalmıştı. 2013'te BJK İnönü Stadında yapılacak son etkinlik olarak Iron Maiden konseri açıklandı. 2011'de konsere gelen herkesin isteğini dile getiren Bruce Dickinson'un söyledikleri gerçekleşiyordu. Stadyum konseri ! Motto artık belliydi. "O stad yıkılacak!" Yıkıldı da... Konserde farkına varamadım ama yanımda bir köşe yazarı da varmış. Konsere beraber gitmişiz gibi "aa bak bak bunu kaçırma" , "eddie'ye bak" , "ooof Bruce of" benzeri bir sürü muhabbet geçti aramızda. Çünkü bu bir Maiden konseriydi. Grup ne kadar sıcak ve büyülüyse gelenlerde aynıydı. Hepsini geçtim... Kiminin VHS'den kiminin VCD'den kiminin DIVX'ten izlediği efsanevi setlisti çalacaklardı. Moonchild ile başlayan Running Free ile sonlanan unutulmaz anlar... Uzun lafın kısası o stad yıkıldı ! ! !


Stadın yıkılışına benimle birlikte fotoğraf makinem de şahit oldu.




Yılın Hayal Kırıklığı : Slayer... Zaten 2012 sonunda izleyemediğimiz Kreator - Morbid Angel acısı vardı. Bir de üstüne Slayer izleyememek geldi 2013'te. Ama bu değil. Dave Lombardo'nun kovulması. Büyük ayıp! Yılın Hayal Kırıklığı Jeff'in ölmesi... Huzur içinde uyu güzel insan.
Bu sefer yıkılan Stadyum değil Jeff Hanneman sevenler oldu...
Fotoğraf 2010 yılından - İnönü Stadyumu

Yılın Olayı : Roger Waters'ın konsere gelmesi başlı başına olayken bir de bunu The Wall turnesi kapsamında yapması bambaşka bir olay oluveriyor. Üstüne bir de "duvar"a Ali İsmail'in , Abdullah'ın , Ethem'in fotoğraflarının yansıtılması. Başka bir şey bu...

Peki ya turnedeki Kreator'un bir çok noktada İstanbul'a ve Türkiye'ye selam göndermesi. Unutulur mu ? Asla...

Yılın olayı ise benim nazarımda... Iron Maiden'ın gelip stadyum'da konser vermesi. Bir futbol mabedi olan İnönü Stadyum'undaki son etkinlik  Üzerinde gri bir bulut kitlesinin olduğu acı kokan İstanbul'da konser vermeleri... Bir stad dolusu insanın belki de en sevdikleri vokalistin lafını ağzına tıkayıp slogan atması... İnönü'den Taksim'e oradan Ankara'ya , İzmir'e , Antalya'ya , Hatay'a , Rize'ye , Sakarya'ya , Eskişehir'e kısacası tüm vatan'a selam gönderen bir stad dolusu insan...

Böyle böyle stad yıkılıyor...

Yılın Beklenen Videosu : "Cuma günü paylaşacağım" denildi , üzerinden 29 ya da 30 cuma geçti... Çok bekledik , çok bekleriz. Madem öyle başka bir video paylaşayım.



Bir yılı daha devirdik. Klasik tabirim ile bitireyim o zaman yazıyı.

2013 sana kafam girsin.
2014 anladın sen onu...






2013/12/25

Sonun Başlangıcı !

Geçen gün arkadaşlarla "sonun başlangıcı" neydi diye konuşuyorduk. "Gezi" dedi bir çoğu , ben "Reyhanlı" demiştim...

Şimdi düşünüyorum da yanılmışım. Sanki sonun başlangıcı "Dilek Özçelik" olayıymış...

İnsan olduğumuzu hatırlamışız demek ki o üzücü olay ile... Kalbimiz kırıldı , paramparça oldu. Vurulduk , vurgun yedik... Başka bir şey olduk artık.

Dilek-1 Mayıs - Reyhanlı - Gezi

Hepsinde insancıl bir durum var...

Sen hastalığına çare olacak ilacı bulamayan kızcağızın eline nasıl para tutuşturursun ?
Sen bir bayram yerini hangi hakla cehenneme çevirirsin ?
Sen hangi hakla bir savaş çıkartmak için birilerini destekleyip Döne Teyzenin akrabalarını öldürtürsün ?
Sen nasıl , nasıl , nasıl ...

Sorular akar gider...

Zamanında "Dilek" olayı için neler yazmışım.

"Para kazanılır , kaybedilir...
Peki ya haysiyet. 
Kişinin kendisine ve karşısındakine göstereceğin saygı.
O muhtemeldir ki doğuştan gelir ve bir kere gittiğinde geri getirmek imkansızlaşır.
Her yer nasıl , bakın bir etrafınıza...Her yer beton yığını. Televizyonlarda sürekli Falanca Kent , Filanca City , Feşmekanca Konfor gibi "konut" reklamları dönüp durmakta.
Kentin tam merkezinde , yeşilin tam içinde.
Hepsinin sloganı da aynı!
Beton her daim beton.
Çevre Ve Şehirlicilik Bakanımız da bu durumu yansıtıyor.
Beton çelik ile değerli hale gelir içinde yaşanacak hale gelir.
İnsan ise kalp ile.
Kalpsiz insanın betondan farkı olmaz ki..."

bkz 1    - 14 Nisan

O değil de...

Erdoğan Bayraktar'ın bizlere yaşattığı son fiyasko "Ananı da al da git" fiyaskosundan çok daha acı... Birinde en azından adam çaresiz olmasına rağmen tek derdi parasızlık idi...
Son fiyaskodaki Dilek kardeşimin problemi sağlık problemi...

Ya da ...

Anlayacakları dilden konuşalım.

Ecdadımız buyurmuş ki 
"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

Sen vatandaşının açlığını , sağlığını düşünmez isen...

Geliyor yine ecdaddan ...

"Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir"

                                   15 Nisan


Dilek , kardeşim ; umarım sağlığın iyidir.

Ayaz


Odada cam yoktu.

Yakacak yoktu.
Belki de lokma yoktu , süt yoktu küçücük bedenin doyacağı...

Soğuktu hava.
Ayazdı...
Ayaz'dı.



bkz

2013/12/13

Netekim !

Bir sanatçı düşünün...

En bilindik lafı "asmayalım da besleyelim mi" olsun...

Netekim bu sanatçı kişi bu lafı yaşı 18 yaşında bile olmayan ama mahkeme kararıyla yaşı 18'e getirtilen 17 yaşındaki gencecik biri için söylemiş olsun...

Netekim ;

resim yapmakla sanatçı ,
fırça tutmakla ressam ,
sureti olmakla da insan olunmazmış...

Fidanlar ağaç olabilirdi ama o sadece resmetmeyi düşündü...

2013/12/03

3 Aralık

3 Aralık'ta ne var sahi ?!?

Siyah önlüklü olduğum dönemde kapağı halen zihnimde kalmış kitaplardan biri "kırmızı kitap" olarak bilinen (sonradan bir sürü benzeri çıktı) üzerinde o sınıfı tanımlayan sayının kocaman yazdığı konu anlatımlı test kitabı. Bir diğeri serinin 3. kitabı olan "Cin Ali'nin Topacı". Biri de mavi fon üstüne çeşitli resimlerin çizilmiş olduğu "Belirli Günler Ve Haftalar"

O zamanlar kodlanmış zihnime işte malum Belirli Günler Ve Haftalar...

O kitapta geçen veya geçmeyen günlerin bir çoğunun halen devam etmesi aslında üzücüdür kendi adıma.

Misal 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü... Çalışan kadının değer görmemesini anlatır aslında bu günün halen halen halen var olması (Kadının değer görmemesi için bkz: 25 Kasım , çalışanın değer görmemesi için bkz: 1 Mayıs)

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü... Zaten hep zor olmuştur gazetecilik , bir de gazete sahiplerinin yakın zamandan beri holding yönetmeleri ve ihale peşinde koşması nedeniyle "gazetecilik" yaptırmamak için çalışanlarına elinden geleni yapması...

14 Mart Tıp Bayramı... Doktorun sokaklara çıkıp güle oynaya bayram etmesinden mi bahsettiniz ? Aklıma gelen ilk örneği vereyim öyleyse... Bayram edemez doktorlar çünkü 17 Nisan 2012'de öldürülen Ersin Arslan'ın yasını tutuyorlar...

3 Aralık'ta ne vardı ?

3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü...

Toplu taşımadan hatırlayabiliriz onları. "Elinde değnek var lan manyak mı ? Haaa körmüş" ya da "ayıya bak arabası ile ayağımı eziyordu" gibi örneklerle hatırlayacağımız canlar . O ayı dediğimiz kişi belki de en yakın arkadaşımızın kardeşi...

Sadece toplu taşımada değil bütün bir yaşamda unuttuğumuz ve "lütfen" bir günlüğüne "yalandan" hatırlayacağımız engellilerin günü 3 Aralık...

Asıl engel hepimizin zihnindeki o duvar.

"O nasıl yapsın" ve "ben nasıl yapayım" soruları...

Hiç renk görmeden ressam olabiliyorsa insan...
O nasıl koşsun denilen adam , olimpiyatlarda boy gösteriyorsa...

Asıl engel zihnimizdeki duvarda.

Engelli yerine park eden her sürücü adına ;
"Zorunda olmasak seni çalıştırmazdık" diyen işveren adına ; (Örnekleri daha da çoğaltıp kendi asabımı bozmayayım)

Özür dilerim...

Bir günlüğüne laftan önemsemek değil , bir ömür boyu özümsemek gerek...


#duranadam değil , durmak zorunda bırakılan adam !

2013/11/24

24 Kasım

Ben bir öğretmen çocuğuyum ...

Gece 1 saatimi verdim ; tanıdığım , arkadaşım olan bütün öğretmenlere , öğretmenlik mesleğini yapmasalar da eğitim fakültesi mezunlarına , eğitim fakültesi mezunu olmayıp da ders veren her kişiye ya mesaj yolladım ya da gün içerisinde aramak için bir kenara not ettim.

O yüzden uzun ya da kısa "Öğretmenler Günü Kutlu Olsun" tadında bir şeyler yazmak istemiyordum...

Derken aklıma yukarıda yazdığım ilk cümle geldi...

Unutmamak-unutturmamak için yazayım istedim...

Dün Ankara'yı gördünüz mü ? Ben şimdi o konu hakkında uzun uzadıya yazmıyayım , ama görmemişseniz google'a bir soruverin , dün ne olmuş...

Ayıp değil mi ?!?

"Öğretmenler gününe özel dosya masrafsız kredi" sloganın geçtiği bir ülkede / dünya'da yaşamak ...

Ayıp değil mi ?!?

"Ooof cumartesi - pazar yok , 3 ay yatış" diye ağzımızın suyu akar ya hani... Adam/kadın senin çocuğunu geleceğe hazırlıyok , bırak o kadar da tatil yapsın. Ha yok yapmasın illaki istiyorsan o illa ki senin çocuğunla ilgilenme durumunda olduğundan senin çocuğun da sürekli olarak okula gidicek . (Gerçi çocuk gürültüsü yok , bu bazı ebeveynlerin hoşuna gidebilir)

"Canım al sana diploma" diyerek verilen ama "işlevsiz" olan o Eğitim Fakülteleri diplomaları... KPSS ile atanmayı beklenen sayısız öğretmen...

Sondan başa gidelim.

Sadece atanamayan öğretmenler değil , diplomaları işlevsiz olan her kişiden ;

Üç ay mis gibi yatıyorsunuz diye suçlanan bütün öğretmenlerden değil , sürekli olarak sömürülmeye çalışılan bütün işgörenlerden ;

Özür dilerim... Benim bu haksızlıklarda muhtemelen hiç payım yok. Ama bu ülkede yaşıyorum. Yaşananlardan ben de sorumluyum. İşte o yüzden özür dilerim.

Bu arada "öğretmenler gününde / bayrama özel (vb) dosya masrafsız kredi" veren bankacılık sistemi... Beni cidden üzüyorsun... Yekta Kopan bile seslendirse üzüyor o reklamların beni...

Günü anlatan resim . 
Annemi ne zaman eski bir öğrencisi arasa , ziyaret etse mutluluğu gözlerinden okunur. Emekli bir öğretmen kendisi. Evde. Şükürler olsun...

Peki ya evlerinde olamayan öğretmenler. Kaçırılmış , öldürülmüş olanlar. Onları unutmalı mı ? Ailelerine sabır dilerim.

Bize "her gün" yanlış kutlatıldı. O yüzden hepsinin değerini yitirdik. Hepsini ellerimizle değersizleştirdik.

En azından öğretmenler gününü ve öğretmenleri değersizleştirmemeliyiz.

Öğretmen değersiz olursa öğrenciler de değersizleşecektir...



2013/11/09

Fişşek Gibi

Ne dündü ama...

Soğuk havada çay eşliğinde sıcacık bir muhabbet geçmişti bir arkadaşım ile aramda... Tanıştığımız ilk günler hakkında konuşmuştuk , gittiğimiz yerler , yaşadığımız komik anılar...
Sonra konu spora döndü , sohbet döndü dolaştı ve Amerikan parkelerine seriliverdi. O parkelerin üstünden Malone'lar , Jordan'lar , Kemp'ler , Olajuwon'lar geçmişti...

Dayanamadık , PS oynatan bir mekanda aldık soluğu. Eskilerden Rockets - Supersonics ve Bulls - Jazz maçlarını yaptık. Maç ile alakasız her cümlemiz "aa bak bu da vardı" üzerineydi.


Air Jordan Postacı'ya karşı...
Maçlar bitti , eve gitmek için arabaya bindik. Radyoyu açtığımda önce bir Livaneli şarkısı çalıyordu. Bir anda 93 senesinin yazındaki o sıcağı hatırladım. Sonrasında ise Tilbe'nin çıkış şarkısı olan Delikanlım çıkıverdi kolonlardan. Yanımdaki arkadaşa "abi yeminle söylüyorum şu an 90 küsurlu o yılın yaz ayında olduğumu hissettim" dedim. Yine konuşmaya devam ettik , ve konuşmanın özeti "aa bak bu da vardı" idi. Araba durmuş tam arkadaşım inecekken birinin ismini daha zikredecektim tam ... O an dilemme yaşadım , muhabbete devam edelim mi yoksa geceyi burada bitirelim mi ? Geceyi bitirmeyi seçtim... O isim bende kaldı.

Sabah olunca aklıma yine o isim geldi.

"Şimdi acaba nerelerdedir , ne düşünüyordur  , zalim midir , ork mudur , yoksa insan mıdır ?" düşünceleri kafamı yokluyordu. Bilgisayarı açıp S harfine basmıştım ki bir telefon geldi , kahvaltı yaptım sonra unuttum gitti...

Birkaç saat geçmişti ki...

O kişinin öldüğü haberini işittim.

Bir arkadaşım beni psişik olmakla suçlar. O geldi aklıma.

Şimdi o kişinin son durumlar ile alakalı düşüncelerini merak etmiyorum. Zihnimde kalan figürün değer yitirmesini istemiyorum.

İçtendi , sevimliydi , çok yanlışlar yaptı belki ama onlardan daha çok doğruları da oldu...

Ben o kişiyi unutabilirim , herkes unutabilir. Ağrı - Doğubayazıt'ta ismi baki kalacaktır...

http://mebk12.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/04/03/964479/okulumuz_hakkinda.html

Ne diyeyim...
Mekanın cennet olsun Savaş Ay...
Güle güle şapkalı adam...


2013/11/04

Kasımda Aşk Başkadır

Kasımda aşk başkadır...

Sosyal medya ile fenomen haline gelmiş bir film adı...

Film adı diyorum , film diyemiyorum. Çünkü kasım ayı yaklaşırken filmi unutmuş bir sürü insan bile kasımda aşkın bambaşka olduğundan bahsederken filmden dem vuruyor. Güzeller güzeli Charlize Theron ve Neo olarak hafızalara kazınmış Keanu Reeves'in başrollerini -yani aşıkları- canlandırdığı filmdir.Keza aynı ikili 1997 senesinde Şeytanın Avukatı'nda yine iki aşığı oynamıştır.

Önemli olan kasımda aşkın başka olup olmaması değil. Önemli olan aşktır , aşık olabilme , aşık edebilme ihtimalidir...

Bir ihtimaldir , bir umuttur bizi bu hayatta tutan.


Kasım ile alakalı diğer sosyal medya fenomeni ise...

5 Kasım'dır...

 "Remember, remember, the fifth of November, the gunpowder treason and plot. I know of now reason why the gunpowder treason should ever be forgot."


Yukarıdaki metin yazılır sosyal medyaya...
Mesele ne Guy Fawkles'dir. Ne V'dir mesele...

Mesele yine "umut"tur.

Özgür olabilme , varolabilme umududur.

O yüzden 5 Kasım unutulmaz , o yüzden unutulmaz V ...

O filmi her izleyiş bir hayal ediştir halkların özgür dünyasını. Siyasetçiye , patrona ve hatta mahallenin dedikoducu bakkalına atılan bir yumruktur belki de.

O yüzden Kasımda aşk da başkadır ; Hatırla 5 Kasım'ı hatırla...

Bırakın insanlar umutlarıyla varolsunlar...


Remember ! ! !

2013/10/26

Leslie Ferdi

88-89 sezonuydu.

Siyah önlüklü günlerdi o günler.

O sezon siyah-beyaz televizyonda siyah-beyazlı takımda oynayan bir adam benim gibi bir çok insanın zihnini allak bullak ediyor , "bu futbolcu nasıl olmuş da gelmiş ülkemize" sorusunu sorduruyor , mahalle maçlarında rakip kaleye yakın olan herkes o olmak istiyordu.

O sezon siyah-beyaz televizyonda siyah-beyaz formalı o adamı izleyen bir çok insan siyah-beyaz'lı takımı tutar olmuştu.

O adam Leslie Ferdinand.
Aklımıza kazınmış şekliyli Les Ferdinand. Hatta mahalle maçlarında Ferdi diye geçtiği de olmuştur.

88-89 sezonu öyle bir sezondu ki aklıma hep Ferdinand ile kazınmış. Bir çok kişi için de öyle. Halbuki o sezon bir takım 100 gol barajını geçmişti. Ama akıllarda -kupalar dahil- 16 gol atan Les Ferdinand...

Hani bazı şeyler masal gibidir , büyüdükçe büyüsünü yitirir ya...

Az önce NTV Spor'daki YDYD programında öğrendim.

Les Ferdinand 2-3 gündür görmediği malzemeci Süreyya'yı sorup , hasta olduğunu öğrendiğinde derme çatma bir el çizimi pusula ile malzemeci Süreyya'nın evine kadar gidip , onu alıp hastaneye götürüp tedavi ettirecek kadar düşünceli bir insanmış.

Bazı şeyler masal gibidir , büyüdükçe büyüsünü yitirir ya ; yitirmedi işte. Büyüdükçe büyüdü Les Ferdinand...

Çok teşekkürler Leslie.

İyi ki gelmiş , zihinlerimize güzel kareler bırakmışsın.

Bu arada ben o malum sezondan 3 yıl öncesinde siyah-beyaz televizyonda sarı kırmızı renklere vurulmuştum.



Les Ferdinand

2013/10/18

Geleneksel Bayram Kredisi

Bu arada...

Geleneksel Bayram Kredisi ne demek yahu ?!?

Benim çocukluğumda Karagöz-Hacivat vardı geleneksel diye televizyondan izlediğim.

Bayram kahvaltısından sonra Mustafa Kandıralı çıkardı televizyona , bu da benim için gelenekselleşmişti.

Akşam önce bayram özel programında Zeki Müren'i görmek devamında güzel bir film izlemek (örneğin : Mavi Boncuk) gelenekseldi benim için...

Akraba ziyaretleri (o zaman da %90'ının sıkıcı olduğunu açık yüreklilikle söyleyeyim) gelenekseldir...

Adını sanını bilmediğiniz eli yeni ayıklanmış fasulye-kolonya karışımı kokan teyzenin elini öpmek gelenekseldir.

Tebessüm etmek , iyi bayramlar dilemek gelenekseldir. Üstelik söz konusu iyi bayramlar dileklerini tanımadığınız insanlara da sunmak gelenekseldir.

Kredinin adına "Geleneksel Bayram Kredisi" denilmesi dokunuyor bana... 20 yıldan beri kulaklarımda olan efsane ses Yekta Kopan bile "Geleneksel Bayram Kredisi" diye seslendirse ağzıma bozuk karaciğer tadı geliyor...

Dokunuyor içime içime .

İyi bayramlar.
Kandıralı TRT ekranında 

2013/09/25

Ümit Yılbar

Bundan 20 yıl önce genç bir asteğmen sevdiklerini özlemişti , halıya basmayı özlemişti ve belki de sucuklu yumurtayı özlemişti. Özlemlerini kalbine gömdü ve aklına daha keskin bir şey geldi. 


Vatan sevgisi...



Vatan bundan 20 yıl önce sadece bir caddenin ve gazetenin adını çağrıştırmıyordu. Vatan ; mutlu yaşanılan bir ailedir. Vatan mutluca yaşanılan apartmandır , mahalledir , semttir , şehirler bütünüdür. Özgürce , tebessüm ederek.



Vatan ; yaşamak demekti. Binbir milletten gelinse de bir tek gaye içerisinde özgürce yaşamak demekti.



Aldı eline kalemi 14 Mayıs gecesi , ve yazdı...



"Bilmiyordum dağların bu kadar dik olduğunu 
 Bilmiyordum gecelerin bu kadar uzun olduğunu
 Bilmiyordum zamanın bu kadar yavaş geçtiğini
 Ama biliyordum içimdeki vatan sevgisini
 Biliyordum içimdeki aşkı

Kanımı istersin toprağım 
Yoksa cesedimi mi 
Yeter ki sen susa 
Suyun olurum senin 

Tasmasından bağlanmış çılgın köpek gibiyim 
Salıvermiyorlar ki gideyim 
Bilmiyorlar mı ki ben türk evladıyım 
Bırakın ben ölmeye gideyim 

Ben koymuşum bu yola baş 
İsterse düşsün kafama taş 
Vazgeçmem bu yoldan arkadaş 
Gelsin yedi düvel ezerim hepsini 
Allah yolunda başka değil… "

Yazarken belki de bestelemeyi düşündü. Eli silah ve kalem tuttuğu gibi gitar da tutuyordu.

Besteleyemedi.

Başka beste yapamadı.

Tam 20 yıl önce , 25 Eylül 1993'te Yassı Dağ'da şehit düştü.

Asteğmen olmayı , komando olmayı kendisi istemişti. Vatanı için şehit düşmeyi kendisi istemişti. 

Tıpkı binlercesi gibi...

Peki ya ne oldu ?

Politika denilen kirli çubuk terörü bitirmek istemedi yıllarca. Sonra yine aynı kirli çubuk terörü bitirmek adı altında ülkeyi bölmek için ellerinden geleni yapıyor. 

Tam 20 yıl önce , 25 Eylül 1993'te Yassı Dağ'da şehit düşen gitarist Ümit Yılbar idi.

Arkasından bir sızı bıraktı. Kadıköy-Selamiçeşme'de bir sokak ismine adını bıraktı... Bir de kappa eşofman üstü ile çekilmiş bir fotoğraf kazındı zihinlerde. O fotoğraf zamanının Rock Kazanı dergisine basıldı. "1966 yılında doğdu.. Sokakta yürürken uzun saçlı diye kendisini tartaklayanlar için seve seve kendi isteği ile şehit oldu" yazıyordu derginin kapağında.


Rock Kazanı - 11 Ekim 1993






"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." Yan gelip yatan yok çoğu şehit zaten!


                     









2013/08/17

Bir insan kaç kere ölür ?

Ölüp dirilmekten bahsetmiyorum.

Tekrar düşünün. Bir insan kaç kere ölür ?

Ben öldüm. Sayısını unuttum.

Ölümlerin birinde takvim yaprağı 17 Ağustos 1999 gününü göstermekte.

17 Ağustos... Kara gün.

O yıl yaz mevsimi boş geçmesin diye bir muhasebecinin yanında getir-götür departmanında müdürlük yapmaktaydım. 16 Ağustos şimdi ne olduğunu hatırlamadığım bir verginin son ödeme günüydü. Öğlen ; vergileri ödemek için bir tomar para ve bir sürü tahakkuk ile vergi dairesine gitmiştim. Çalışanlar o kadar yavaştı ki anlam veremiyordum bu "slow motion" hallerine. Diğer muhasebecilerin getir-götür departman müdürleri ile yapmış olduğum toplantıda memurların "fazla mesai" elde edebilmek için işleri yavaştan aldıklarını bilgisine ulaştım. Öğlen vakti girdiğim vergi dairesinde saat 22.30 olmuştu , yorgunluktan ölmek üzereydim . Vergi Dairesi Müdürü'nün odasının kapısına yaslanıp ayaklarımı uzattığımı hatırlıyorum. Oradan çıktığımda gün dönmüş , eve ulaştığımda 1'i geçmişti. Kıyafetlerimle üçlü kanepede sızıp kalmıştım.

Bir önceki günün verdiği yorgunluktan sabah zor uyanmış apar topar işe gitmiştim. İçerideki herkes ah'ların yanına vah'ları katık ediyordu. Anlam veremedim. Biri akıl etti , "televizyondan izleyelim" dedi. Herkes televizyonun bulunduğu odaya doluştu , açıldı renkli kutu. Ekranda görünen tek şey umutsuzluk ve hüzündü.

Ben uyurken ülke tarihinin en şiddetli ve en uzun süren depremlerinden biri meydana gelmişti . İşte o an öldüm. Bir kaç saat önce kapıya yaslanıp uyuduğuna isyan eden ben ; şimdi hüzünler denizinde kulaç atıyordum. İşte o an öldüm. Binlerle , on binlerle birlikte göçük altındaydım ; nefes alamıyordum , boğuluyordum , açtım , susuzdum . Yanıma baktığımda göremiyordum , duyamıyordum kimseyi.


Depremin simge fotoğraflarından

Annemi aradım tedirgin bir şekilde. İstanbul'da ve Bursa'da yaşayan akrabalarımın iyi olduğunu öğrendim. Onların iyi olması ; benim hüzünden ölmemem için bir sebep değildi. Ilık bir bahar rüzgarının verdiği cesaret neticesinde aşık olan bir bol gönüllünün nasıl kalbi bir anda paramparça olabiliyorsa benim de hem kalbim hem direncim hem de bütün vücudum parça parça olmuştu. Hüzünden ölmüştüm işte o an...

İşte ben her 17 Ağustos'ta hüzünden ölürüm.

Ne zaman "6,9 yetmedi mi?" pankartını hatırlasam yine ölürüm hüzünden.

Deprem vergisinin deprem ile alakalı kullanılmadığını her hatırladığımda ölürüm ben kahırdan.

Deniz kumu ile kantinci kaşarı kıvamında duvarla yapılan evlere izin verenlerin ceza almadığını her hatırladığımda isyandan ölürüm.

Kanal E muhabirinin canlı yayında ailesinin evinin yıkıntısını gördüğündeki üzüntüyü her hatırladığımda konuşamam , boğazım düğümlenir ; ölürüm...

İşte ben her 17 Ağustos'ta ölürüm...




2013/08/10

Bayram !

Biliyor musunuz ?

Abdullah Cömert'in annesi bütün gün camda oğlunun gelmesini bekliyormuş. Bekliyormuş. Bekliyormuş...
Gelmeyince Abdullah , o Abdullah'ın mezarına gidiyormuş ...

Senin ya da benim annem o durumda olabilirdi.

Sadece o nedenden ötürü onların ölmesini çok önemsiyorum , çok içerliyorum...

O ben de olabilirdim...

Abdullah , Ethem , Ali İsmail ve Mehmet'in abilerinden bayramda aramak için ailelerinin telefon numaralarını istedim. Mustafa Sarısülük ve Gürkan Korkmaz sağolsunlar ailelerinin telefon numarasını verdiler. Diğerleri belki talebimi görmediklerinden , belki de uygun bulmadıklarından bir şekilde bana ulaşmadılar.

İşin aslı çok da haklılar.

Çünkü aynı sorun benim de kafamdaydı. Ne demeliydim ? Neler konuşmalıydım ? Hangi cümleleri seçmeliydim?

Her ölüm anidir , her ölüm büyük kayıptır. Fakat evlat acısı çok daha zor olmalı.

Günlerce düşündüm ne diyebileceğim için.

En sonunda ne diyeceğimi bulmuştum. Bayramlaşma faslından sonra "ben akıl edip telefonunuzu bulan , cesaret edip arayabilen biriyim. Emin olun benim gibi düşünen binlerce genç var" diyecektim.

Bayramın ilk günü Ethem'in annesi Sayfi Teyzeyi aradım. Kızı açtı telefonu. Ev kalabalıktı. Fazla rahatsız etmek istemediğimden hemen konuya girdim. Konuştum ama çok yutkundum , ağlamaklı oldum , neredeyse konuşamıyordum. "Bizim evi arıyorlar , evde annem ağlıyor açamıyor telefonu" gözümün önüne bu geliyor. Zorlansam da en sonunda yalnız olmadıklarını kendimce dile getiriyorum telefonda. Sevinç ve gurur vardı o ses tonunda.

Mutlu bir şekilde kapattım telefonu.

O gerilim , o ağırlık , o yük...

Arayamadım Şahap Korkmaz'ı bayramın ilk günü.

Bayramın ikinci günü Şahap Amcayı aradım. Telefonu açan ses beklentimin aksine gayet dinç bir sesti. Bayramlaştık. Konuştuk , biraz dertleştik. Malum zamandan beri arayan-soranlar için "Yalnızlığımızı hissettirmiyorsunuz , sağolun" diye seslendi. "Ailene , bildiklerine herkese selam söyle" dedi Şahap Amca ve telefonu kapattı.

Onların evinde bayram yoktu...

Onların evinde belki de mutluluk yoktu...

Onların evinde çocukları yoktu...

O çocukların kardeşleri her yerde , bunu biliyorlardı.

2013/07/27

Mısır !

O değil de...

Mısır'daki durumlar da beni çok üzüyor...

"Demir yumruk istemiyoruz" diye Mursi karşıtları sokaklara çıktı.

Mısır ordusu bu fırsatı değerlendirdi ve yönetime el koydu.

Mursi yandaşları sokaklara dökülünce Ordu onları öldürmeye başladı.

Gün gelir Mursi döner...

Bu sefer o da kendine karşı olanları öldürür.

Halk hep öldürülüyor.

Boşuna dememişler "filler tepinir , çimenler ezilir" diye.

Ölen Mursi yandaşı ya da karşıtı.

Ne önemi var ki bunun.

Ölenler insan !


Bu insan selinin içinden öldürülenler olmuştur ne yazık ki...




2013/07/19

idi !

Oysa ki o güzel 
tebessümü göstermek konusunda Cömert idi 
O güzel fotoğrafında Abdullah. 
Abdullah Cömert 
idi...
Öldürüldü.



2013/07/14

Eşyalar üzülür !

Bütün tabelalar üzülüyordur da ...
Sanki en çok
Mis , Ayhan Işık ve Sadri Alışık sokaklarının
tabelaları üzülüyor.
Sadri Alışık sokak tabelası
tıpkı karşılar , selamlar Turist Ömer gibi.
Son zamanlarda kalamadı selam-sabah.
Ayhan Işık sokak tabelası kralın gururunu kapmıştır.
Halk dövüldükçe tahtından iner koşar yardım edecek olur.
O sadece bir tabeladır unutur.
Mis sokak tabelası utanıyor ,
kahroluyor bütün sokak pis pis biber gazı kokuyor diye.

Parklar üzülmez mi ?
Güven Park ....
Sırtına asılan "gurur duyulan" pankart üzer onu.
Uzanamaz , söküp atamaz pankartı...

Sayılar...
Biliyorum ki sayılar da üzgün.
En üzgünü ise Hatay'da.
2013/7518 şimdi utancından yerin dibinde,
aramayın onu boşyere.

Makinanın ruhu var mıdır ?
Vardır elbet.
Makinalar da üzülür.
Bir araba üzgün.
34 TFJ 79 plakalı ...

Alt geçit inşaatı üzgün.
O gün orada olmasaydı,
koşarken takılıp düşenler olmayacaktı.

Lice'de bir kurşun üzgün.
Medeni olamayıp;
söndürdüğü için bir hayatı.

Bir otelin güvenlik kamerası üzgün.
Her şeyi açıklığı ile çekemediği için.
Karanlığı aydınlatamadığı için.

Eşyalar bile üzülür.
Zalimler üzülmez işte...


Huzur içinde uyusunlar...




Atılay

Az önce "Bizimkiler"i izledim. Hem de özel bir bölüm. Bir çoğumuzun kendi dedesi gibi sevdiği Hüsnü Dede'nin (Orhan Çağman) veda bölümü...
Hüsnü Dede'nin en küçük torunu (Ali / Atılay Uluışık) ise bildiğiniz üzere bölüm sonunda özet geçerdi. "Dedem cumhuriyet çocuğuydu. Adildi. İnsancıldı . Hepimizden daha demokrattı." dedi Ali dedesi için.
Orhan Çağman ve Güzin Özipek artık hayatta değil.


Merakıma yenik düştüm , beraber büyüdüğümüzden Ali'yi canlandıran (o dizi çekilmeye başladığında benim dedelerimin çoktan vefat etmesinden ötürü biraz da kıskançlıkla takip ettiğim) Atılay Uluışık'ın şimdiki siyasi görüşünü merak ettim. Buldum ... Zalim'in zulmünü hoşgörenlerden değilmiş... Rahatladım.
Bizimkiler dizisinden aramızdan ayrılan 
Aykut Oray (Katil)
Orhan Çağman (Hüsnü Dede)
Mehmet Akan (Sabri Bey)
Erdinç Dinçer (Muhasebeci Ergun)
Oktay Sözbir (Halil "Pazarlama")
Savaş Dinçel (Şükrü Bey)
Yaman Okay (Nazım)
Yavuzer Çetinkaya (Faik)
Güzin Özipek (Leyla Hanım)
Erdoğan Tuncel (Tahtakafa Raşit)
Güngör Erbayık (Nimet Hanım)
Latife Saruhan (Suna Hanım - Rükneddin Bey'in eşi)
Sadık Türken (Çakmaklara gaz)

Hepsi huzur içinde uyusunlar.
Bir de lafa Atılay'dan başladık. 14 Temmuz 1942 günü saat 14.30'da Çanakkale Mortu koyu açıklarında dalışa geçen ve bir daha suyun üstüne çıkamayan Atılay Denizaltısı'ndaki 38 denizcinin hepsi de , tek kurtulan lakin 2000 yılında 80 yaşında hayata gözlerini yuman Ahmet Bağdat da huzur içinde uyusunlar...

Ahmet Bağdat : Atılay mürettebatından sağ kalan tek kişi , 2000 yılında hayatını kaybetti.
Milliyet - 1995

2013/06/24

Müdafa Meşru !

O Çorum doğumlu idi...
O Ostim'de çalışıyor idi...
O Alevi idi...
O 26 yaşında idi...

İşte hep "idi" diyebiliyorum. Hep "-di"li geçmiş zaman kullanıyorum. Bundan da büyük bir üzüntü duyuyorum.

Ağzından salya saçarak "camiye ayakkabıları ile girdiler , içtiler" diye bağıran-çağıran Zalim'e soruyorum. Herkese benim şuyum benim buyum diye hitap ediyorsunuz. Bu ölen çocuk için "bizim evladımızdır" diyemediniz ya. Helal olsun size. Daha doğrusu zehir zıkkım olsun. Eminim ki benim hakkım vardır ağzınızdan geçen lokmadan. Ben o lokmayı helal etmeyeceğim.

Ankara 13. Sulh Ceza Mahkemesi'nden Ömer Bey , Mustafa Bey ya da adınız her neyse ... Türk Filmlerinden bir Sezercik repliği olarak "Hakim Amca" ...

Ben hukuk okumadım , ama çok şükür ki beynim var. Yerdeki adama tekme atıp sonrasında da silahının şarjörünü çekiyorsa biri ben orada "meşru müdafa" görmüyorum. Hele ki 20 metre geride onlarca polis varken bunu yapmak asla meşru müdafa olamaz.

Karar vermeden önce şunu izleyiverseydiniz be Hakim Amca... 






Belki de o polis memuru daha tıfıl biri. Gerçekten de korktu ve arkasındaki polis arkadaşlarına güvenemedi. Demek ki emniyetin zayıf olduğunu düşündü. O zaman Ankara Emniyet Müdürü başta olmak üzere istifa deryasını talep etmek en doğal hakkımız.

Belki de o polis memuru gerçekten de bir kin peşinde , bilerek ve isteyerek öyle yetiştirildi. O zaman Ethem'i öldüren A.Ş.'nin kurşunu değil bütün teşkilatıdır. Masasısında makam kalemi olan herkesin derhal istifa etmesi gerekmektedir.



Ethem... O malum gün giydiği gömleği ile

Ethem ile bir araya gelseydik bir çok görüş ayrılığına gireceğimize eminim.
Varsın olsun keşke ölmeseydi de karbonatlı çayı sigarayla katık ederken görüş ayrılığına girseydik.

2013/06/13

RTÜK !

RTÜK'e göre Hayat Televizyonu'nu karartmayı kafaya koymuş.
Az sonra söz konusu televizyon kanalını muhtemelen hiç izlememiş bir kişinin talebine şahit olacaksınız. Derdim ise ne Hayat Televizyonu ne de başka bir şey . Derdim öz-gür-lük ! ! !

"6 yıldan fazladır yayında olan kanalımızın “kaçak olduğu”, “lisansı bulunmadığı” iddiaları gündeme getiriliyor."

Diyelim ki doğru...

RTÜK üyelerini ve kurul çalışanlarının tamamını acilen istifa etmeleri yönünde çağrıda bulunuyorum.
6 yıldır "kaçak" olduğu aklınıza gelmedi mi ? 6 yıl içerisinde öğrenemediniz mi ? Bulamadınız mı kaçakları ?!?
Yoksa sizler başka şeylerle mi uğraşıyorsunuz?

Yok yok yapmıyorsunuzdur. Sizin esas işiniz frekans tahsisi.

Ne diyordum.

RTÜK üyeleri ve kurul çalışanları. Derhal istifa !

Diyelim ki "kaçak" durum doğru değil.

E o zaman daha kötü. Demek ki siz Radyo Televizyon Üst Kurulu değilsiniz. Sizler yine RTÜK'sünüz ama Radyo ve Televizyon ile ilgilenmiyorsunuz. O kısaltmadaki RT başka bir şey anlaşılan.

Anlayacağınız her türlü sizi akıl ve ahlak yolunda olmanızı diler ve derhal istifa etmenizi temenni ederim.

RTÜK üyeleri derhal istifa...




Aşağıda ise Hayat Televizyonu Yayın Koordinatörü'nün açıklamasını okuyabilirsiniz.

"

HAYAT TV KAPATILIYOR
HAYAT’I SAVUNUYORUZ!

Kurulduğu günden bu yana işçilerin, emekçilerin, gençlerin, kadınların, yoksul halkın, aydınların, sanatçıların, tüm halkın sesi olmuş Hayat Televizyonu’nun ekranı ağır bir tehdit altındadır. Halkın haber alma özgürlüğü ellerinden alınmak isteniyor. Evet, halkın sesi, hayatın sesi susturulmak isteniyor. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun verdiği ve Türksat’a bildirilen karar uyarınca, Hayat Televizyonu’nun ekranı her an karartılabilir; her an gerçekler derin bir karanlığa gömülebilir. AKP Hükümeti, halkın gerçeklere ulaşma hakkını bir kez daha baskı ve sansür yoluyla engelliyor. 21 Mart 2007’den bu yana Türksat uyduları üzerinden yayın yapan Hayat Televizyonu, hukuksuz biçimde susturulmak isteniyor. “Ekran karartma” kararına gerekçe olarak, 6 yıldan fazladır yayında olan kanalımızın “kaçak olduğu”, “lisansı bulunmadığı” iddiaları gündeme getiriliyor. İddialar tümüyle asılsızdır, çarpıtmadır. Hayat Televizyonu, 21 Mart 2007’den bu yana uluslararası yayıncılık lisanslarıyla Türksat uyduları üzerinden yayın yapmaktadır. Aynı zamanda, RTÜK lisansı için gerekli tüm başvuruları yapmış olup, lisans başvurusu Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun önündedir. Geçtiğimiz aylarda yapılmış tüm görüşmelere, varılan mutabakatlara ve yasaların gerektirdiği tüm adımlar tarafımızca atılmış olmasına rağmen, şimdi RTÜK tarafından keyfi bir tutum içine girilmiştir. Gezi Parkı’nda başlayan direniş ve halkın yükselen taleplerinin sesi olan Hayat Televizyonu, “bu konuda gelen şikayetler ve raporlar” gerekçe edilerek RTÜK tarafından incelemeye alınmış ve ekran karartma kararı verilmiştir. İki haftadır süren Gezi Parkı eylemleri boyunca bütün medya üzerinde uygulanan ağır baskı, Hayat Televizyonu’na kapatma olarak yansımıştır. Radyo Televizyon Üst Kurulu, yayın yaptığımız Türksat uydusuna bir yazı yazarak yayınımızın durdurulmasını istemiştir. Gün boyu yaptığımız tüm girişimlere, görüşmelere, makul çözüm bulma çabalarımıza rağmen, somut ve güvenilir bir yanıt alamadık. Son olarak “en geç Cuma saat 12.00’de yayınımızın durdurulacağı” tarafımıza bildirilmiştir. Bu keyfi ve hukuksuz karardan bir an önce vazgeçilmelidir. Her zaman ekranımızda yer bulmuş bütün halk kesimlerini televizyonlarına sahip çıkmaya, Hayat Televizyonu ile dayanışmaya çağırıyoruz.

Mustafa Kara
Hayat Televizyonu Yayın Koordinatörü"

2013/06/09

Mandal !

Senai Demirci'ye cevaben...
Senai Demirci'yi -ismini bugün öğrendim- ilk kez 2-3 yıl önce TRT'de yayınlanan iftar programının sunucusu olarak gördüm.

Yanına hocalar , imamlar , hafızlar geldiğinde eğreti bir şekilde hiç de yakışmasa da insanları ve ne yazık ki kendini kandırırcasına boynu bükük oturmasına sinirlenip kanalı değiştirmiştim.

Arada sırada yine televizyon vasıtası ile karşıma çıkmış olsa da düşünceleri hakkında bir bilgim yoktu. Tek bildiğim ve tek hatırlayabildiğim şey boynunu eğreti olarak bükmesiydi.

Şimdi ona sesleneyim...

Abisi...

"Beni %50 seçti. Çoğunluğun hakkını azınlığa yedirmem" diyen mantık ve ne yazık ki matematik dışı laflar edebilen bir kişinin başındaki hükümetin referandumla dahi olsa yapacağı anayasanın meşru olma durumu var mıdır ? Referandum diyorum. Çünkü benim,sizin ve herkesin sandık başına gittiğinde destekleyeceği yasalar olup desteklemeyeceği yasalar olacaktır. Ama ya evet ya da hayır demek durumunda kalacağımızdan o olabilecek anayasa meşru değildir.


Barış süreci derken ?

Bayım sizin valideniz hiç sokaktan geçen mandalcıdan mandal temin etti mi ? Ben anlatayım. Ev mandaldan geçilmese bile evin hanımı mandal almak için evdeki eski kılık kıyafet ya da gazeteler mandalcıya verilir uzun pazarlıklar sonucunda da mandal sayısında anlaşılır ve evin annesi mandallar ellerinde büyük bir gururla evin içine girerdi. Bazen pazarlıklar o kadar çetin geçerdi ki evin hanımı gaza gelip çocuğunun üstündeki hırkayı çıkarttırıp bile mandalcıya verirdi...

Sizin o barış süreci dediğiniz şey aslında ne yazık ki tamamiyle "gururla mandal taşımaktan" ibarettir.


Yeni yatırımlar unutuldu !

Her mahallede bir "bu sefer zenginiz" vardır bilir misiniz ? Sırayla mahalleliden gerçektende iyi niyetli bir şekilde sermaya toparlar. "Bu sefer zengin oluyoruz , hazırlanın yatlarla buradan Antalya'ya gidiyoruz" der. Her seferinde de mahallelinin parası batar. Bu adam da elinden geleni yapmıştır ama ya piyasa şartlarından anlamıyordur ya kendisini de birileri tarafından dolandırılmıştır. Boynu bükük şekilde uzaktan belirir , mahallenin kahvesine gelir , bir çay söyler. "Ne zaman alıyoruz yatı" diye sorduklarında da üzüle üzüle ağlatır.

Elimizdeki gücü , birilerine peşkeş çekmek için satıp , sonrasında da onun üstüne bir bardak soğuk su içmek... En sonunda da kendi çeşmemizin suyu için para ödemek.

Bayım biraz özelleştirmeler , banka satışları , medya kuruluşu satışları nasıl yapılmış bunu bir araştırın da sonra "yatırım"lar hakkında konuşalım...

Sevgilerimle.

2013/06/04

Polemik !

Üniversiteden bir hocamın facebook'taki bir uzunca bir durum güncellemesine vereceğim uzunca yanıtlar...

Değerli Hocam ;

Türkiye; üzülerek söylüyorum ki Dünyanın yükselen yıldızı filan değildir. Şayet öyle olsaydı benim kazancım verginin vergisinin vergisi üstünden eriyip gitmezdi , sizin maaşınız dünya standartlarında olurdu.

"Taksim başkaldırısı 1000 yıldır bu coğrafyayı vatan edinmiş büyük Türk milletinin evlatlarından onay almaz..." diyorsunuz ya. Muhterem büyüğüm ; sokaklardaki halk belki sizi üzecek ama  T\ürk Milleti mensubu. Ben sokaklarda ,  meydanlarda bir tane Chicago'da ya da Dodoma'da yaşayan insan evladı  görmedim. Sadece bildiğim bir Arnavut arkadaşımın meydanlarda olması. Bunun sebebi o arkadaşımın ülkemizde yaşıyor olması ve hepimizin özgürlüklerinin kısıtlanıyor olmasından duyduğu kaygı .

Tıpkı ben de öyle düşünüyorum.

Değerli hocam ;
Benim şahsi derdim -ki emin olun sizin Türk Milleti içine almadığınız bir çok kardeşimin , arkadaşımın , bireyin de derdi- şudur ki özgürlüklerimizin kısıtlanıyor olması.
AVM'ler her yerde. Bir gömlek almak için de bir çay içmek için de oralara gidebiliyoruz. Biz istediğimiz vakitte gidip istediğimiz vakitte dönmekte özgürüz. Unutmamalı ki bir de orada çalışan arkadaşlarımız var. Düşünün ; AVM'de çalışan istihdam belki de müdürü ile tartışmış. Eve gidip rahat uyuyabilmek için bir bira içmek istedi. Üstelik bu istihdam arkadaşımız "ayda yılda bir" içicilerden. AVM saat 22'de kapanacak , istihdam semtine 23'te gelecek. O canının çektiği birayı belki de alamayacak. Bunun sebebi 22'den sonra tekel bayilerinin kapanacak olması. Sakın ha AVM'ler 20.30'da kapansın dediğimi sanmayın. Benim derdim o istihamın özgürlüğünün kısıtlanması.

Bırakın alkolü... Sayın hocam , ben haksız yere bağırıp çağıran müdür ile. Şayet istihdam arkadaş haksız ise karşısında fikren bile olsa beni bulacaktır , merak etmeyiniz. Kim haksız ise karşısındayım .

Canım hocam ;

Benim derdim peşkeş ile. Kim özelleştirmelerde peşkeş çekmişse ben onun karşısındayım. Sadece özelleştirmeler mi ? Bankaların , medya şirketlerinin , bir şekilde sahiplerinden alınıp peşkeş vasıtası ile çok uluslu şirketlere ya da türlü türlü firmalara verilmeleri. Şayet bu konuda aynı fikirde değilsek sizden ricam malum arama motoruna aklınıza gelen bir-iki özelleştirmeyi yazmanız ve araştırmanız.

Peşkeş dedik ya. Benim derdim geleceğimiz olan çocukların çok uluslu şirketlerde köle olarak çalıştırılacak olması. İşsiz ya da işinden mutsuz milyonlarca genç varken günümüzde ısrarla insanların yatak odalarına karışıp 3 - 5 çocuk istemek. Şimdi sizi ve okuyucuları buradan rakamlara boğmak istemem ; ama isterseniz bunlarında hesabını-kitabını çıkartmaya hazırım. O çocuklar nasıl büyüyecek , nasıl okuyacak , nasıl iş bulacak ? Bunları düşünüyor musunuz ? Siz düşünmeyin hocam . Emperyal güçler bunu düşünüyor. Bizleri o hale getiremeyecekler belki ama çocuklarımız tamamen taşeronlaşacak. Üzgünüm , belki de bu gerçeği ilk kez gördünüz. Üzgünüm.

"Sayın Başbakan dünya çapında bir devlet ve millet adamıdır..."demişsiniz. Televizyonda canlı yayındaki konuşmasında "evlerinde zor zaptettiğimiz bir %50 mevcut" diyen bir kişi ne devlet adamı olmalıdır , ne millet adamı olmalıdır ne de dünya çapındadır.

Öncelikle o söylediğiniz vatandaşlar benim halamdır , eniştemdir , kuzenimdir , komşumdur. Kusura bakmayın ama ben hısım-akrabam için kuduz-saldırgan köpek muamelesi yapılmasına karşı çıkarım. (Bu arada biber gazlarından ölen o kedi-köpek içimi çok acıttı , bunu da arada belirtmeden geçmeyeyim.)

Peki ya "ananı da al git" demesine ne demeli. Benim çiftçilikle uzaktan yakından bir alakam yok. Ama o günü ben unutamıyorum. O gün üzüldüğüm kadar belki de hiç üzülmemiştim. 11 Mayıs 2013'e kadar ...

Reyhanlı'yı ben ömrümün sonuna kadar unutamayacağım. Olayı dallandırıp budaklandırmayayım ama benim ülkemde bir saldırıda en az 45 kişi ölecek ve benim gelişmeler hakkında en ufak bir bilgim olamayacak. Sadece bu açıdan bakınca bile gerçekten büyük bir felaket.

Gelelim dünya meselelerine hocam...
Büyük Ortadoğu Projesi'nin -ki Condoleezza Rice'ın 2003 senesinde "Transforming The Middle East" raporuna dikkatinizi çekerim- eşbaşkanı olduğunu açıklayan ben miyim ? Değilim... Demek ki Dünya Çapında olmasa da "Dünya'nın Çapına Takılan" demek daha doğru olacak.

"Sayın Başbakanı zaman zaman buyurgan siyasete iten ve hata yapmaya yönelten Türkiye'de dünya standardında muhalefet anlayışının gelişmemesidir..."
Hocam kusura bakmayın ama burada bir çuvaldız bulup öncelikle kendinize sonra da ülkemizdeki bütün akademisyenlere ve de devamında eğitim sistemine batırır mısınız ? Siyaseti dünya standartlarına çekmek için size bence büyük görev düşmekte. Kusura bakmayın ama sizin "polemiklere" ayıracak vaktiniz olmalı. Vaktiniz olmamıyorsa bunu "talep" etmelisiniz , tıpkı benim şimdi sizden bazı şeyleri talep ettiğim gibi. Yeri gelecek öğrencileriniz ile oturup saatlerce konuları tartışacaksınız. Öğrenmek sınavlarla olacak ve ölçülebilecek bir şey değil.

Elimden geldiğince parti ismi kullanmayacağım. Çünkü sözünü ettiğiniz ve "başkaldırı" partilerin değildir , sivil toplum kuruluşlarının değildir , sadece ve sadece halkındır.Başbakanın sürekli olarak ileri geri her şey için ".... zihniyeti" demesi benim gerçektem canımı sıkmakta , hatta bu durum beni içten içe boğmakta. Çocukken hiç körebe oynadınız mı bilmiyorum ama gözü bağlı olan ebe sürekli havayı eliyle tutar , kontrol eder ve sıkar. Bu havayı sıkma eylemi gereksizdir ama görmemekten kaynaklanmaktadır. Bana da o ".... zihniyeti" çıkışları körebenin havayı tutup sıkıştırması gibi geliyor.

Buyurganlık da ne demek. Kusura bakmayın ama insan dediğimiz rica eder , talep eder ve hatta sertçe termin koyar ama buyurmaz , buyuramaz. Buyuran kişi hizmetinde insan olan kişidir. Meclistekiler ve kabinedekilerin tamamı -tekrarlıyayım isterseniz- meclistekilerin ve kabinedekilerin ta-ma-mı halka hizmet için oradadır. Halk onlara hizmet etmemektedir. Bunu lütfen ama lütfen bir kenara not edin.

"siyasal başarı yolunda toplumun değerlerini asla aşağılamayacaksınız... toplumla barışık olacaksınız, her seçim sonrası oyunu makarna karşılığı satanlar diyecek kadar ülkemizin insanını hafife almayacaksınız... "
Hocam ; size hak veriyorum. Toplum ile barışık olunmalı. Tekrarlayayım , toplum ile barışık olunmalı , toplumun değerlerini aşağılamamalı. "Çapulcu" diyen , "ananı da al da git" diyen , "üniversitelerin parasını ben veriyorum sen de kim oluyorsun" diyen siz değilsiniz sanırım. Ben de değilim. Kimdi peki bu kişi ? Az önce tırnak içinde yazdığım şeyler o insanları hafife almak değil de nedir ?

"...medya ise çok sesli ve renkli bir yapıda... "

Değerli büyüğüm ; bu dediğinize inanıyor musunuz ? İnanarak mı yazıyorsunuz gerçekten de medyanın çok sesli ve renkli bir yapıda olduğunu. Bakın ben bunun açıklamasını yapmayacağım. Sizden ricam şudur ki okulda bir gün öğrencilerinize -ama tamamına , gerçekten özgür bir ortam içinde olduğunu belirterek- bu konuyu bir açın. Halen "çok sesli ve renkli" diyebilecekseniz haber verin , bir gün çayınızı içmeye geleyim ve sadece bu konuyu konuşalım.

"bu ülkenin çocukları için uykunuz kaçacak, sadece Türkiye coğrafyası için değil tarihsel coğrafyamız ve tüm dünya için ideallere sahip olacaksınız..."
Az önce yukarıda belirttiğim üzere benim hali hazırda bu ülkenin çocuklarının , çocukların geleceği için uykum zaten kaçmakta. Benim Suriye'li çocuklar için de Irak'lı çocuklar için de Libya'lı çocuklar için de uykularım kaçmakta.

Canım hocam ;

Bütün derdimiz belki de dertlerimizi dile getiremediğimizden sokaklara dökülüyor olmamız iken siz "iletişim" haline geçmeyi kabul etmeyin , kendinizi "polemik"lere kapalı konuma getirdiniz.

Konuşsak anlaşacağız. En azından çayımızı yudumlarken ikimizde de tebessüm olacak.

Bu yazımın altına sizin yazınızın tamamını kopyalayacağım. İzin almadığımın farkındayım ama zaten facebook üzerinden bir butonu tıklayarak yazınızı paylaşabileceğimden izine gerek duymadım.

Saygılarımla.





-------------------------------------------------------------------------------------------



Türkiye dünyanın yükselen yıldızı... oyuna gelme Türkiye

Taksim başkaldırısı 1000 yıldır bu coğrafyayı vatan edinmiş büyük Türk milletinin evlatlarından onay almaz... Yakan ve yıkan muhalefet ne siyasal ne de toplumsal başarı sağlayamaz... Halk yakan ve yıkanlara değil, yapan ve imar edenlere oy verir... 

Sayın Başbakan dünya çapında bir devlet ve millet adamıdır... Ancak, Sayın Başbakanı herkesin beğenmesi demokrasiler açısından tehlikelidir.... Muhalefetsiz demokrasi olmaz... Sayın Başbakanı zaman zaman buyurgan siyasete iten ve hata yapmaya yönelten Türkiye'de dünya standardında muhalefet anlayışının gelişmemesidir...

İktidara siyasal tepkinizi göstermek mi istiyorsunuz... bu en doğal hakkınız... İktidarın politika ve icraatlarını beğenmeyenler, seçmenlerinizle ve halkla buluşacak, yanlış bulduğunuz uygulamaları ve ürettiğiniz doğru projeleri paylaşacaksınız... doğru ve sembol isimlerle yola çıkacaksınız... elitist ya da marjinal politikalar sizi iktidara taşımaz... siyasal başarı yolunda toplumun değerlerini asla aşağılamayacaksınız... toplumla barışık olacaksınız, her seçim sonrası oyunu makarna karşılığı satanlar diyecek kadar ülkemizin insanını hafife almayacaksınız...

toplum mühendisliği yapmayacaksınız, topluma hizmet edeceksiniz... eskimiş söylemleri bırakacak, proje üreteceksiniz... yıkıcı muhalafet yerine yapıcı muhalefeti tercih edeceksiniz... doğruya doğru deme erdemini göstereceksiniz... iç ve dış politikayı birbirine karıştırmayacak, uluslararası platformlarda ülkenizi yermeyeceksiniz... medya destekli askeri müdahalelerden ümidi keseceksiniz, çünkü ordu artık sadece görev alanında, medya ise çok sesli ve renkli bir yapıda...

geleneksel ile moderni harmanlayacak ama asla mukaddes değerlerle alay etmeyeceksiniz...

bu ülkenin çocukları için uykunuz kaçacak, sadece Türkiye coğrafyası için değil tarihsel coğrafyamız ve tüm dünya için ideallere sahip olacaksınız... egosantrik ve etnosantrik dar düşüncelerden sıyrılıp ulusal huzura ve evrensel barışa katkı sağlayacaksınız... ve sağlam bir psikoloji için dünyayı bir sınav mekanı olarak görecek, söylem ve eylemlerinizde ebedi alemi asla ıskalamayacaksınız...

LÜTFEN YORUM YAPMAYINIZ... POLEMİK İÇİN AYIRACAK ZAMANIM YOK...

2013/05/28

Reklamlar

Eskiden hayatımızımın bir yerindeydi reklamlar. Ekranda siyah-beyaz bir girdap oluşurdu ve reklamlar yazısı belirirdi. Ne zaman reklam olacağını bilirdik .
Şimdi ise rengarenk bir girdap mevcut. Biz ise belli bellirsiz "bu girdap içerisinde ürün yerleştirme vardır" yazısını okuyarak geçirebiliyoruz ancak ömrümüzü.

Yurt Gazetesi'nin internet sitesinde alıntılayayım.

"Yazar Tuna Kiremitçi’nin rol aldığı banka reklamında Attila İlhan’ın en ünlü şiirlerinden dizelerin izinsiz kullanılması, Attila İlhan’ın ailesini ve vakfı da harekete geçirdi. Attila İlhan’ın “Ayrılık da sevdaya dahil” dizesinin “Evlilik masrafı sevdaya dahil” şeklinde, “Ben sana mecburum bilemezsin” dizesinin “Ben kartlara mecburum bilemezsin” şeklinde, Yahya Kemal’in “Ayrılık vakti gelmişse zamandan” diye başlayan ünlü şiirini “Kapanma vakti geldiyse bu hesaptan, bir hüzün kalkar bu kasaptan” şeklinde okunması büyük tepkiye yol açtı.

Yazar Cezmi Ersöz, “Bir yazarın, bir şairin banka reklamında rol alması zaten başlı başına bir skandal. Hele ki şiirimizin en güzel dizeleri, o reklamda tahrif edilerek kullanılıyorsa, bunu yapan kişinin yazarlıkla da, şairlikle de ilgisinin kalmadığını gösterir. Acı verici bir durum. Attila İlhan ve Yahya Kemal’in dizelerinin bir banka reklamında kullanılmasını kınıyorum” dedi."

Tuna Kiremitçi eski şiirleri reklamlarda yapısal olarak bozarken


Aslında bu saygısızlık ne Attila İlhan'a ne de Yahya Kemal'e...
Bu saygısızlık hepimize. Sanatına saygısı olmayan bir toplumun kendine saygısı olması ne yazık ki beklenemez.

Devlet Tiyatroları kapatılıyor. Tek bir açık sebebi var. Devlet (hükümet) halkın bilinç damarlarından biri olan sanat damarını tıkamak için elinden geleni yapıyor ve ne yazık ki yapacaklar da.

Televizyonlarda reklam kuşaklarında bazen an geliyor 5 reklam varsa 3 tane de kamu spotu veriliyor. Kamu spotları da reklamlarla aynı işi yapıyor da ondan. Ufak ufak haplar insan vücuduna girince kocaman hale geliyor. Kendi bilinç (!) seviyelerini yaratıyorlar.

Reklamlar demişken...
Reklamcılar , reklam veren yapı firmaları ; yalvarırım artık "Şehrin tam merkezinde" tabirini kullanmayın. Bunun büyük bir yalan olduğunu o şehre , o bölgeye hiç gitmemiş olsam da , bir gram bilgim dahi olmasa da "yalan" söylediğiniz hemen anlaşılıyor.


Temsili - Şehrin Tam Merkezinde

Reklamcılar , müzisyenler ve reklam verenler.
Üzgünüm ama ara ara dünyanın küfürü ediliyor sizlere.
Derdim reklamda kullanılan şarkılar ile alakalı.
Albümlü olan her şarkının reklamlarda çalınmasına karşıyım.
Düşünün...
Ben belki o şarkıya aşk yüklemişim ; sen "buz gibi için oohhh" diyorsun
Ben belki o şarkıya hüznümü gömmüşüm bir yakınım ölmüş ; sen kalkmış "şehrin tam merkezinde" diyorsun.
E peki ya müzisyenler para kazanmasın mı ?
Üzgünüm ama benim için ; benim anılarım ve hayallerin , müzisyenin cüzdanından daha değerli.
Reklama şarkı yazsınlar , reklamda oynasınlar .
İnternet bankacılığı reklamının şarkısını -muhtemelen yazan- seslendiren Nil Karaibrahimgil ; hayattan rengi çıkarttığımızda geriye neyin kalacağını düşündürüren reklamda oynayan müzisyenler buna örnektir.
TEB'in Aile Akademisi reklamında Hababam Sınıfı müziğini kullanması. Değerli TEB yetkilileri ; o yaptığınız beni çok üzdü.

Kısacası bir sanat eseri ; eserin sabihinden ziyade , eser ile etkileşim haline giren kişiye aittir. Zaten eser ile etkileşim haline giren bir tek kişi bile yoksa o eser için sanat denilemez...