2013/08/17

Bir insan kaç kere ölür ?

Ölüp dirilmekten bahsetmiyorum.

Tekrar düşünün. Bir insan kaç kere ölür ?

Ben öldüm. Sayısını unuttum.

Ölümlerin birinde takvim yaprağı 17 Ağustos 1999 gününü göstermekte.

17 Ağustos... Kara gün.

O yıl yaz mevsimi boş geçmesin diye bir muhasebecinin yanında getir-götür departmanında müdürlük yapmaktaydım. 16 Ağustos şimdi ne olduğunu hatırlamadığım bir verginin son ödeme günüydü. Öğlen ; vergileri ödemek için bir tomar para ve bir sürü tahakkuk ile vergi dairesine gitmiştim. Çalışanlar o kadar yavaştı ki anlam veremiyordum bu "slow motion" hallerine. Diğer muhasebecilerin getir-götür departman müdürleri ile yapmış olduğum toplantıda memurların "fazla mesai" elde edebilmek için işleri yavaştan aldıklarını bilgisine ulaştım. Öğlen vakti girdiğim vergi dairesinde saat 22.30 olmuştu , yorgunluktan ölmek üzereydim . Vergi Dairesi Müdürü'nün odasının kapısına yaslanıp ayaklarımı uzattığımı hatırlıyorum. Oradan çıktığımda gün dönmüş , eve ulaştığımda 1'i geçmişti. Kıyafetlerimle üçlü kanepede sızıp kalmıştım.

Bir önceki günün verdiği yorgunluktan sabah zor uyanmış apar topar işe gitmiştim. İçerideki herkes ah'ların yanına vah'ları katık ediyordu. Anlam veremedim. Biri akıl etti , "televizyondan izleyelim" dedi. Herkes televizyonun bulunduğu odaya doluştu , açıldı renkli kutu. Ekranda görünen tek şey umutsuzluk ve hüzündü.

Ben uyurken ülke tarihinin en şiddetli ve en uzun süren depremlerinden biri meydana gelmişti . İşte o an öldüm. Bir kaç saat önce kapıya yaslanıp uyuduğuna isyan eden ben ; şimdi hüzünler denizinde kulaç atıyordum. İşte o an öldüm. Binlerle , on binlerle birlikte göçük altındaydım ; nefes alamıyordum , boğuluyordum , açtım , susuzdum . Yanıma baktığımda göremiyordum , duyamıyordum kimseyi.


Depremin simge fotoğraflarından

Annemi aradım tedirgin bir şekilde. İstanbul'da ve Bursa'da yaşayan akrabalarımın iyi olduğunu öğrendim. Onların iyi olması ; benim hüzünden ölmemem için bir sebep değildi. Ilık bir bahar rüzgarının verdiği cesaret neticesinde aşık olan bir bol gönüllünün nasıl kalbi bir anda paramparça olabiliyorsa benim de hem kalbim hem direncim hem de bütün vücudum parça parça olmuştu. Hüzünden ölmüştüm işte o an...

İşte ben her 17 Ağustos'ta hüzünden ölürüm.

Ne zaman "6,9 yetmedi mi?" pankartını hatırlasam yine ölürüm hüzünden.

Deprem vergisinin deprem ile alakalı kullanılmadığını her hatırladığımda ölürüm ben kahırdan.

Deniz kumu ile kantinci kaşarı kıvamında duvarla yapılan evlere izin verenlerin ceza almadığını her hatırladığımda isyandan ölürüm.

Kanal E muhabirinin canlı yayında ailesinin evinin yıkıntısını gördüğündeki üzüntüyü her hatırladığımda konuşamam , boğazım düğümlenir ; ölürüm...

İşte ben her 17 Ağustos'ta ölürüm...




2013/08/10

Bayram !

Biliyor musunuz ?

Abdullah Cömert'in annesi bütün gün camda oğlunun gelmesini bekliyormuş. Bekliyormuş. Bekliyormuş...
Gelmeyince Abdullah , o Abdullah'ın mezarına gidiyormuş ...

Senin ya da benim annem o durumda olabilirdi.

Sadece o nedenden ötürü onların ölmesini çok önemsiyorum , çok içerliyorum...

O ben de olabilirdim...

Abdullah , Ethem , Ali İsmail ve Mehmet'in abilerinden bayramda aramak için ailelerinin telefon numaralarını istedim. Mustafa Sarısülük ve Gürkan Korkmaz sağolsunlar ailelerinin telefon numarasını verdiler. Diğerleri belki talebimi görmediklerinden , belki de uygun bulmadıklarından bir şekilde bana ulaşmadılar.

İşin aslı çok da haklılar.

Çünkü aynı sorun benim de kafamdaydı. Ne demeliydim ? Neler konuşmalıydım ? Hangi cümleleri seçmeliydim?

Her ölüm anidir , her ölüm büyük kayıptır. Fakat evlat acısı çok daha zor olmalı.

Günlerce düşündüm ne diyebileceğim için.

En sonunda ne diyeceğimi bulmuştum. Bayramlaşma faslından sonra "ben akıl edip telefonunuzu bulan , cesaret edip arayabilen biriyim. Emin olun benim gibi düşünen binlerce genç var" diyecektim.

Bayramın ilk günü Ethem'in annesi Sayfi Teyzeyi aradım. Kızı açtı telefonu. Ev kalabalıktı. Fazla rahatsız etmek istemediğimden hemen konuya girdim. Konuştum ama çok yutkundum , ağlamaklı oldum , neredeyse konuşamıyordum. "Bizim evi arıyorlar , evde annem ağlıyor açamıyor telefonu" gözümün önüne bu geliyor. Zorlansam da en sonunda yalnız olmadıklarını kendimce dile getiriyorum telefonda. Sevinç ve gurur vardı o ses tonunda.

Mutlu bir şekilde kapattım telefonu.

O gerilim , o ağırlık , o yük...

Arayamadım Şahap Korkmaz'ı bayramın ilk günü.

Bayramın ikinci günü Şahap Amcayı aradım. Telefonu açan ses beklentimin aksine gayet dinç bir sesti. Bayramlaştık. Konuştuk , biraz dertleştik. Malum zamandan beri arayan-soranlar için "Yalnızlığımızı hissettirmiyorsunuz , sağolun" diye seslendi. "Ailene , bildiklerine herkese selam söyle" dedi Şahap Amca ve telefonu kapattı.

Onların evinde bayram yoktu...

Onların evinde belki de mutluluk yoktu...

Onların evinde çocukları yoktu...

O çocukların kardeşleri her yerde , bunu biliyorlardı.